Sayfalar

9 Ağustos 2013 Cuma

Hayatta ne öğrendik ne öğrenemedik.


Biz büyükler çocuklar gibi hemencecik yakın ilişkiler kuramıyoruz, hayatı eğelenceli kılamıyoruz, ne hissediyorsak onu oraçıkta söylemiyoruz, hep duygularımıza ket vuruyoruz. Neden yaşımız ilerledikçe yeni arkadaşlıklar kurmakta zorlanıyoruz. Bir birimize güvenemiyoruz.


Biz büyüklerin çok değerleri var, değerlerimiz bizi bazen hapsediyor kendi içimize.
Bizim birçok kriterimiz var ilişkilerde.

Kendimizi açmaktan korkuyoruz, olduğumuz gibi göstermekten korkuyoruz, hiç doğal davranışlar sergilemiyoruz, içten değiliz, çoğunlukla kasılmakla geçiyor oturmalar, kendimizi karşı tarafa kabul ettirmek için yapılan konuşmalarla geçiyor.

Toplumda bir güç sahibimi, değilmi ye bakıyoruz, ona göre birlikte olup olmamaya karar veriyoruz.
Hep bir güç savaşı, hep bir değer görüp görmeme kaygısıyla ilişkilere şekil veriyoruz. Bir menfaatimiz varsa o ilişkiden yakalışıyoruz, menfaatler bittimi ilişkide bitiyor.

Duygularımızı hep olduğunda farklı gösteriyoruz, duygumuzu açığa çıkardığımızda ne elde edeçeğiz, ne kaybedeçeğizi düşünerek duyguları erteliyoruz, sıkılmayı, utanmayı, çekingen olmayı öğrendik yaş ilerledikçe.

Birilerini kırmamak için saf temiz duygularımızdan vaz geçiyoruz. Kırılmaktan korkuyoruz, inçinmekten, kaybetmekten, reddedilmekten korkuyoruz. Korktuğumuz için yaklaşmıyoruz.

Yalnız kalmamak için öylesine ilişkilerin içinde olmayı öğrendik. Birşeyler için birşeylere katlanmayı öğrendik. Kendimizi feda etmeyi öğrendik.

Soru sormamayı öğrendik. Çocuk iken sadece doğruyu öğrenmek için sorular sorardık, bolça sorular sorardık, gittikçe sorularımızda azaldı, çok soru sormanın kötü olduğu bile söylendi. Sorularımızı çocuklar gibi soramaz olduk, her soru soruşumuzda, önyargılarımızdan arınamadan sorduk, bu soruyu sorsam açaba nasıl olur... çevremizden değer gördüğümüz kadar bilgi alır olduk. Soru sorarak gerçeği aramak yerine, toplumda sahte bir değer görmeye tercih ettik. Çoğunluk içinde sesizce kalarak doğruları işimize geldiği gibi görmeyi öğrendik.

Kendimizi birileriyle karşılaştırmalara girdik, tam iken eksik hissetmeyi öğrendik. İhtiyaçlarımızı karşılamak çok basit iken, ihtiyaçlarımızı hırs ve arzularımıza terk ettik. Insan olduğumuzdan dolayı değerli iken değersizlik hissini öğrendik.

Meğer büyürken ne çok şey öğrenmişik.


Büyürken şunları öğrenememişik,

Zamanın kısıtlı olduğunu sonsuz olmadığını, kalbimizde yaşadığımız sevgilerin ertelemeye gelmediğini öğrenemedik.

Birilerini kırmıyayım derken kendimizi kırdığımızı, hayatımızda eksik birşeylerin kaldığının farkına varamadık.

Duygularımızda çekingen olmayı, sıkılgan olmayı, utanmayı, yalandan saygılı olmayı kim öğretmişti, nasıl öğrenmiştim, bunu öğrenemedim.

En değerli olanın, en rahat olanın, yalansız dolansız açık seçik davranmak olduğunu, kendimi hissettim gibi olmanın rahatlığını öğrenemedim. Doğal görünmek ne büyük rahatlık olduğunu öğrenemedik, hiç bir yarışın içinde olmadığının farkında olamadık.

Kendimizi karşılaştırmalardan sıyıramadık, üstünlük mücadelesinden sıyıramadık, Olduğun gibi kabul edilmenin huzurunu yaşamanın tadını bilemedik.

İhtiyaçlarımızı karşılamak çok basit iken, ihtiyaçlarımızı hırs ve arzularımıza terk ettik.

Öğrenmenin yaşı yokmuş derlerya öğreniriz elbet öğrenmek istediklerimizi, ama çok geç kalmadan öğrenmek gerek.

Kendimize verdiğimiz zararlar ağır bastığında elbet değişmek isteyeçeğiz.

Ben değişiyorum artık, değiştiğimi görmek güzel oluyor. Değişikliğin sonucunda ne olaçağımı bilmekten korkmuyorum, nasıl karşılanaçağımı düşünmüyorum.

Büyüklerin neden iyi arkadaşlıklar kurmakta zorlandığını anlıyorum artık.

Ben Iyi arkadaşlıklar kurmak istiyorum.


Duran Aydoğmuş.



10 Temmuz 2013 Çarşamba

Bilgi ve Belge Edinme Hakkımızı kullanalım.

Haberleri kaynağından edinelim.

Bir haberi duyduğumuzda, okuduğumuzda mutlaka bu haberi doğrulatalım, aynı bir dedektifin göstermiş olduğu hassasiyeti gösterelim, her haber için bu kadar zamanım yok demeyin, ben bir ayakkabı alırken, bir iki saatimi ayırabiliyorsam, bir haberi doğrulatmak içinde bir iki saatimi ayırmalıyım, neden mi, ayakkabım eskidiğinde nasıl ayağıma zarar veriyorsa, yanlış bir haberde insanlara öyle zarar verir, yanlış haberler sonucunda oluşturduğumuz düşünceler, bizim hatalı işler yapmamıza, istemeden kötülemeğe ye, adaletsizliğe, haksı rekabete, karalamaya neden olabiliriz. Nasıl ayakkabısız yolda yürüdüğümüzde canımız açıyorsa, yanlış haber sonucunda oluşturduğumuz kanaatlerde çanımızı yakabiliyor.
İyi bir ayakkabıyı seçimi için, nasıl birçok kriteri devreye sokuyorsak -paramız kadar ayakkabıya bakarız, ayakkabı hava alır mı, ayakkabı şu elbise ile iyi gidermi, bu ayakkabı giyeceğim ortama uygun mu gibi.-
Bir haber hakkında bilgi edinirken de -haber okumak bilgi edinmek değildir, bilgi edinmek ise öğrenmek değildir- şu altı adamımızı devreye sokalım :), bu adamların isimleri şunlar; nerede, nasıl, ne zaman, kim, neden, neyle. Bu adamlarımızı çalıştıralım, çalıştırdıktan sonra gün sonunda ne iş çıkardıklarına bakalım, çıkardıkları işe değer verelim. Bu adamlarımızın elde ettiği bilgilere önyargı ile yaklaşmayalım. Tabi bu yazdıklarımı doğru bilginin peşinde olanlar okusun ve dikkate alsın. Doğru bilginin peşinde olmayanlar zaten kendi kafalarına göre bilgileri yorumlayacaktır.

Bilgi ve Belge edinme yollarına nasıl ulaşacağımızı açıklamaya çalışacağım.

Kamuda, bir bilgiye veya belgeye ulaşmak için -Merkezi idare kapsamındaki kamu idareleri ile bunların bağlı, ilgili veya ilişkili kuruluşlarının, köyler hariç olmak üzere mahalli idareler ve bunların bağlı ve ilgili kuruluşları ile birlik veya şirketlerinin, T.C. Merkez Bankası, IMKB ve üniversiteler de dahil olmak üzere kamu tüzel kişiliğini haiz olarak enstitü, teşebbüs, teşekkül, fon ve sair adlarla kurulmuş olan bütün kamu kurum ve kuruluşlarının ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının-. 9/10/2003 tarihli ve 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanun - çerçevesinde, yukarıda yazdığım kurum ve kuruluşlardan, gerçek kişi ve tüzel kişi olarak bilgi ve belge isteyebilir. Bir kurumdan istediğimiz bilgiyi mail yazarak, dilekçe ile isteyebiliriz. Geri dönüşler istediğimiz kurum cevaplayabilirse 15 gün içinde dönüş yapar. İstediğimiz belge gönderdiğimiz kurum dışında bir kurumda ise, gönderdiğimiz kurum o belgenin olduğu kuruma bizim yazımızı ilgili olabilecek kurumu gönderir ve geri dönüş 30 gün içinde olur -15 gün içinde geri bildirim olmadığında, gönderdiğimiz kurumdan mesaj gelir bize, gönderdiğimiz kurum, ilgili belgenin diğer kurumda olduğunu yazılı bildirir. Geri dönüş için bir 15 gün daha beklenir- geri dönüşler, mail, fax, posta ile yapılmakta -istediğimiz belgenin masrafı varsa masraf bize bildirilir ve bizden geri dönüş beklenir-. Çeşitli konularda bilgi ve belge istenmekte -devletin gizliliğini etkileyecek bilgiler verilmemekte, rekabeti bozacak bilgiler, davayı etkileyecek bilgiler verilmemekte, daha ayrıntılı bilgi için "Bilgi edinme hakkında kanunun uygulanmasına ilişkin esas ve usuller hakkında yönetmelik" e bakılabilir. Mesela neler istenebilir, bir kurum hakkında çıkan haberin doğrulu, olayın gelişimi hakkında bilgi ve belge istenebilir, ABD başkanının Türk Başbakanına verdiği hediyeler hakkında bilgi ve belge istenebilir. Mesela ben bir keresinde, Bursa Sevgi evlerinde çıkan bir haber ile ilgili bilgi istemiştim, haberde Sevgi evlerinde Alevi çocuklara zorla namaz kıldırılıyor diye, bu haberin doğruluğunu ve haberin ayrıntıları için bilgi istedim, şimdi ismini hatırlamadığım bir bakanlığa gönderdim, o bakanlık da benim dilekçemi Bursa Valiliğine gönderdi ve bana 30 gün içinde yazılı dilekçe ile haber hakkında ve bu olay üzerine başlatılan inceleme hakkında posta ile detaylı bir açıklama geldi.
İstediğim bilgi ve belge hakkında ret cevabı çıksa idi, Başbakanlığa bağlı Bilgi Edinme ve Değerlendirme Kuruluna ret yazısı gönderilir ve bu dilekçe burada incelenir, incelenen dilekçe kabul görürse bu istediğim bilgi ve belgeler ilgili kurum tarafından bana verilir. Mesela İstihbarat Teşkilatının PKK ve Abdullah Öcalan ile yapmış olduğu görüşmelerin tam metinleri istenebilir, İstihbarat teşkilatından yazılı dilekçe veya mail ile yazılarak istenebilir, geri dönüş olumsuz olur ise Bilgi edinme ve değerlendirme kuruluna dilekçe gönderilir ve buradan da geri dönüş ret çıkarsa, İdari mercilere başvurulabilir.

Bir fikir sahibi olmadan/sentez yapmadan önce bilginin kaynağını öğrenmek için bu yolları açıklamaya çalıştım.

Özel sektörde haberleri doğrulamak daha uğraş gerektirebiliyor, ama özel sektörde de altı adamımızı -nerede, nasıl, ne zaman, kim, neden, neyle- devre sokuyoruz ve ilgili yerlerde bu adamların çalışması için zemin hazırlıyoruz. Haberi yapanın mailine ulaşabilir, veya telefonuna, buna nasıl ulaşırız, ya yazıyı yazdığı yerde vardır, ya da bağlı bulunduğu odadan veya birlikten isteyebiliriz. -Tüm çabamız bilginin kaynağına ulaşmak, doğruyu bilmek için- ulaştıktan sonra haberi yapan kişiyle konuşuyoruz, tabi konuşurken dedektif gibi, altı adamımızı devreye sokarak konuşuyoruz. Varsa görüntü, ses, veya herhangi bir kanıt istiyoruz, bu kişiye inanmamakta ısrar ediyoruz -adamın sinirleri bozuluyor :). Ben bu sorgulamayı, Aileme, akrabalara ve arkadaşlara yapıyorum bazen kızıyorlar, sen bize inanmıyor musun diye veya niye sorguluyorsun diye tamam bazen bende çok soru sorarak ipin ucunu kaçırıyorum gibi-. Ama ben şunu iyi biliyorum, çoğu kişi gerçek bilgi ile ilgilenmiyor. Sadece kendini destekleyici bir haber geldiğinde, inanmak istediği şekilde inanıyor. Gördüğü olayı kendi İnancını destekleyecek şekilde sana aktarabiliyor, ve çoğu zaman kendi İnancını destekleyecek şekilde olayı genelleyebiliyor, genellemedeki amaç inandırıcılığı artırmak. Herkes kendi değer yargılarına, algısına göre olayı, kişileri yorumluyor, bende olayı veya kişileri kendi değer yargılarıma ve algı düzeyime göre olayı sıfırdan sorgulamayı yeğliyorum, ve bu davranışımı çok seviyorum. -Bu yazıda bu davranışları neden böyle yapıyorların temellerine inmeyeceğim-.



Duran Aydoğmuş.

30 Haziran 2013 Pazar

Bir Zalimin Anatomisi


İnsana her türlü şiddeti uygulayan kişilere zalim diyorum; Şiddet türleri 3 tane dir, fiziksel, psikolojik, sosyal şiddet.
Göz önünde olan, en çok fark edilen şiddet, fiziksel şiddettir, fiziksel şiddeti şöyle açıklayayım, birisinin vücuduna ağrı yaratacak şekilde vurmak, çekiştirmek tir.
Psikolojik şiddet ise, insanın doğasına aykırı bir şekilde yaşamaya başladığı zaman ortaya çıkar, insanı aşağılamak, değersizleştirmek, ötekileştirmek, sindirmeye çalışmak, günlerce kapalı bir mekanda tutmak, düşünmesine izin vermemek.
Sosyal şiddet ise, saygı ve itibar kaybetme endişesiyle ortaya çıkar. Sosyal ilişkileri bitirmeye çalışır bu şiddet şeklinde. Örneğin, Bir erkeğin karısına nasıl giyineceğine karışması, arkadaşları ile gezmeye gideceğinde karışması sosyal şiddettir.
Şiddet görenler bile bazı şiddetleri normal görselerde, şiddet gören kişide yıkıcı eylemlerin ortaya çıkmasında, ve şiddet gören kişinin de şiddete başvurmasında engelleyici olamamakta.

Şimdi yazacaklarımı genelleyebilirsiniz. Zalimlerin kafa yapılarından bahsedeceğim, kesinlikle, karşılarındaki kişileri/toplumları düzeltmeye/ıslaha çalışırlar. Kendi düşüncelerini sorgulamadan oluşturmuşlar ve kendi düşüncelerini en iyi düşünce olarak görürler, hayat görüşlerini genellikle daha önceki atalarından sorgulamadan edinmişlerdir, hayat görüşleri sorgulanamaz bulurlar -hayat görüşlerinden hiç şüphelenmezler-. Değişimden hiç hoşlanmazlar, değişim onlar için belirsiz alanlar demektir, belirsizlikten asla hoşlanmazlar, belirsizlik onlara korku, kaygı getirir. Empati/Duygudaşlık yapmaktan yoksundurlar. Insanlar üzerinden hayaller kurarak, kendi hayallerine insanları ortak ederek kendilerini gerçekleştirmeye çalışırlar -karşı tarafın insan olduğunu düşünmeden, çok ilginç geliyor bana-. Hayatta istek ve beklentilerini bir insan/insanlar üzerinden oluşturmaya çalışırlar. Gelecek ile ilgili planlarını insanlar üzerinden oluşturduklarından, şekillendirmek istedikleri insanlar onların istedikleri gibi hareket etmediklerinde, onların isteklerine göre hayatını şekillendirmediklerinde, kendi hayatlarınıda planlayamazlar. Şekillendirmek istediği kişi onun istediğini yaparsa onlarda hayatlarına kaldığı yerden devam edebilirler, ama şekillendirmek istediği insan onun beklentisine göre hareket etmediğinde, hayatı şekillendirmek isteyen kişi geleçek ile ilgili planlarını yapamadığından yakınır, şekillendiremediği insana şöyle şeyler der; sen benim hayatımı mahvediyorsun, senin yüzünden bir önümüze bakamıyoruz, şunu yapta bende rahatlıyayım. Şekillendiremediği kişi onun hayatını çalmış gibi algılar. Şekillendirmek istediği insana kızar, öfkelenir, ve kendi içinde huzursuzluğu da devam eder.

Bir kişi insanı/insanları toplumu düzeltmeye/ıslah etmeye kalktığında, bu düzeltme yöntemlerini çeşitli şekillerde uygulamaya koyar, başta istediği hayat görüşünü benimsetmek için hafif kurallar koyar, sözlü olarak hiç usanmadan bıkmadan anlatır – karşı tarafın fikirlerini önemsemez, o kendi kurduğu hayat görüşünü anlatır, buna da iletişim der, onun istediği gibi konuştuğunda konuşabiliyor oluyorsun, onun istemediği gibi konuştuğunda öfkelenebiliyor-. Bu yöntemle birşeylerin düzelmediğini gördüğünde, şiddet yöntemlerini uygulamaya kalkar, çoğu kişi psikolojik şiddetten başlıyor gibi, sonra sosyal şiddeti uyguluyor, sonra da fiziksel şiddeti uygulamaya koyuyor -böyle bir gözlemde bulundum-. Burada amaç kişiyi/toplumu kendi istediği düzene sokmak, daha iyi bir nesil/daha iyi bir toplum oluşması için bu şiddeti uyguluyor.

Zalim kişi kendini hiç tanımıyor/kendini tanımaya çalışmıyor -Kendini tanımak deyince şunlar aklıma geliyor; hangi hal içinde nasıl karar veriyorum, kararlarımda hangi kişisel özelliklerim etkili oluyor, algılarım nasıl şekillenmiş, sorgulamadan almış olduğum bilgilerle oluşturduğum kalıpyargılarım var mı, önyargılarım var mı -kalıpyargılarım ve önyargılarım olduğunu öğrendiğimde bu düşünceleri ne kadar değiştirmeye istekliyim -, aldığım bilgiler çevremin onay verdiği bilgiler mi oluyor, çevremin onaylamadığı bilgiler olduğunda ne kadar yeni bilgi almaya istekli oluyorum ve kendim bir bilginin ne kadar derinine inebiliyorum, bu aldığım yeni bilgiler benim yalnızlaşmama neden oluyor ise yinede yeni bilgi almaya ne kadar istekliyim. Olayların gerciğiyle, doğruluylamı ilgileniyorum, yoksa olayların doğurulundan çok benim ondan sağladığım faydamı önemli oluyor- , kendini tanımayan insan, insanlığı tanıyamamıştır. Bir insan bir insanı asla değiştiremez, kendi gibi birisi olmasını asla isteyemez, insan ancak kendi istediğinde değişir. Her insan kendi istek ve arzularını, beklentilerini gerçekleştirdiğinde mutlu oluyor, her insanın bir aklı olduğuna göre, her insan kendi düşüncesini hiç bir baskı ve zorlama altında olmadan oluşturmaktan mutluluk duyuyor, her insan kendinden geriye birşeyler bırakmak istiyor, her insan bu dünya da bende varım mı hissettirmek istiyor -çocuğa bakın, sırf annesi ona bir yemeği yedirmeye çalıştığında istemiyor, burada şunu demek istiyor çocuk aslında bak bende istediğimi yapıyorum sana karşı tepki koyarak demek istiyor-. Insanları ve toplumu düzeltme sevdasından vaz geçelim bu yüzden. Insanların insan oldukları için hak ettiği değeri verelim, insanın haklarına saygılı olalım.

Bir İnsan kendi ihtiyaçlarını karşılayamadığında, kendini yetkin olarak ve bir işe yarıyor olarak görmediğinde, kendi kararlarını özgür bir ortamda ve özgürce veremediğinde, ve kendisini verdiği kararların arkasında duramıyor gördüğünde, kendi doğasına aykırı bi şekilde kendini engellemelere maruz bırakmadan hayatını devam ettiremediğinde. Kendini değersiz hissettiğinde - bir insan kendini değersiz hissettin de, kendini olmadığı gibi göstermeye çalışır, kıskanç olur, büyüklenmeye çalışır, yıkıcı olur, değersizlik hissini yaşayan kişi içinde devamlı bir eksiklik, nedenini bilmediği bir kaygı yaşar. Kişi kendi hakkını bir başkasına yedirdiğinde, gerektiğinde gerekli şekilde kendini savunamadığında. Bu tür durumlarda kalan kişiler sonraları yıkıcı eylemlerde bulunabiliyorlar, yukarıdaki paragrafta saydıklarımın tersini yapan insanlar hayata karşı daha sevgi dolu olabiliyorlar.

Dünya da hangi sistem uygulanırsa uygulansın insanlar devamlı bir savaş içinde, ama insan düşüncesinin şu anda ulaşmış olduğu en iyi sistem demokrasi gibi duruyor, demokrasi ailede başlamadan, ve demokrasi için yetkin ve katılımcı, duyarlı bireyler olamadan demokrasi diktatörlüğe dönüşebiliyor.

Duran Aydoğmuş


19 Haziran 2013 Çarşamba

MEDYA ÜZERİNE


Üç yıl önce Medya üzerine eğilmeye başladım, bu eğilmeye başlamamda hangi nedenler tam olarak etkili oldu bilemiyorum ama. Ulusal çapta yayın yapan kanallara bakan, haberleri takip eden biri idim, ulusal çapta yayın yapan gazetelerin köşe yazıları okuyan biriydim. Buralarda tutarsızlıklar görmeye başladım, sonraları haberlerin bir çoğu gerçekten beni bilgilendirmiyordu. Medya üzerine eğilmem böyle başladı sayılır.

Şöyle bir parantez açayım burada. Tam da bügünlerde olan olan olaylar, insanı medya üzerine düşünmeye itebilir, ve ileriki zamanlarda medya ile ilgili nasıl düzenlemeler yapılmalı gibi bir soru sorma gereği duyabilir veya medya sağlıklı bir yapıya nasıl kavuşabilir gibi sorular insanların kafasına bu günlerde gelebilir. Bunu neden böyle diyorum, Çünkü insaların hayatlarında terslikler, içlerinde çatışmalar, belirsizliklerin artması, tutarsızlıkları fark ettiklerinde kendi hayatlarını sorgulama gereği duyabiliyorlar, bu durumların sonucunda oluşan kaygılar, insanlar hayatlarını yeniden gözden geçirmek için olumlu olabiliyor. Bu durumu düşünerekten insanların bir çoğunun medya üzerine düşünmeye gidebileçeklerini düşünüyorum insanların.

Ben de şimdi burada düşünmek isteyenlere, bu konu üzerinde düşünmüş biri olarak düşüncelerimi aktarmaya çalışaçağım. Düşüncelerimi aktararak konu hakkında farkındalık yaratmaya çalışaçağım. (Şunu belirteyim, bu yazıdıklarımı okuyanlar benim düşüncelerimin izlerini takip edeceklerdir. Herkez kendi içinde benim izlediğim yolu izlemesi gerek, yoksa sadece benim düşüncelerimi okumuş olaçaksınız – her kez kendi düşünce sürecini yaşamalı-. Ben bu düşünmeyi şu örneğe çok benzetiyorum. Dağınık halde bulunan bir pazılı yapar gibi oluşturdum, bazen bazılın bir yerindeki bir parçayı aldım çok başka yere koydum, bazen pazıldaki bir parçayı nereye koyaçağımı düşündüm, bazen pazılın nasıl bir şekil olabileçeğini düşündüm, aşağıda yazaçaklarım nasıl pazıl olduğunu ortaya koyaçak, bakalım pazılı nasıl bulaçaksınız.

Ben şöyle bir yol izleyerek başladım düşünmeye, haberlerdeki tutarsızlıkları gördükten sonra Medya üzerine çeşitli kitaplar okudum, Medyayı farklı açılardan incelemiş araştırma yazıları okudum. Medyaya bakışım, gazeteleri inceleyişimde değişmeler başladı. Kişilerin haber kaynaklarına bakışını gözlemledim, haber kaynaklarını değerlendirmesini, haberlerin toplum üzerindeki etkisini gözlemledim.

Şimdi günümüz medyasını ve günümüz insan ilişkilerini ve toplumun genel yapısını düşünerek aşağıdaki hikayeyi yazdım -aşağıdaki yazı, hikayenin konusu sayılır-. Hikaye yazarak başlamanın daha iyi olaçağını düşündüm.
Hikayenin konusu şöyle;
Gazetenin, televizyonun, internetin, radyonun ve benzeri iletişim araçlarının olmadığını düşünün ve 500 kişiden oluşan bir topluluk olduğunu düşünün ve bu topluluk diğer topluluklarla neredeyse hiç iletişime girmediğini düşünün, bu toplulukta insanlar ihtiyaçlarını karşılamak için tarlada çalışmakta, normal ibadet edeçekleri yerleri var, toplanma, eğlenme yerleri var diyelim, bu kişilerin bir birinden haberdarlar. Bu toplulukta sözlü olarak bir biri hakkında bilgi edinmekteler. Herşey sıradan giderken birgün bu köye dışarıdan bir kişi geliyor, bu kişi çok güzel genç bekar bir kız, nerden geldiği belli değil -bir belirsizlik var- ve bu kız bu topluluğun kaldığı yerde kalmak istiyor – neden kalmak istiyor belirsiz- bu kız nerede kalaçak -bu olayın çözülmesi gerek- sonra bu kızın bu toplulukta bir yer edinmesi için sosyal roller içine girmesi gerek. Bu kızın geçmişi hakkında belirsizlik olduğu için -insanlar belirsizlik durumlarından hoşlanmadıkları için hemen bir tanım vermeye gidebiliyorlar- ve kendisini hiç tanımadıklarından bu kız hakkında kulaktan kulağa haberler yayılmaya başlıyor. Köyün diğer bekar kızlarıda bu kızı kıskanıyor. Bu kız bu toplumun davranışlarına giyimiyle ve davranışlarıyla hiç uyum sağlamıyor -onun yetiştiği topluluğun giyimine ve davranışlarına uyum sağlamıştı- ahlakçılar var bu toplumda da. Işte bu kız bir olay ve bu olay karşısında bu topluluk nasıl tavır alaçak, nasıl bu kız hakkında bilgi sahibi olacak, bu toplum yoğun olarak çalışan bir toplum, kız hakkında bilgi sahibi olmak için ayrı bir zaman ayıramayaçak kadar meşgüller işleriyle, köylüler kendi yerlerine bu işi yapaçak dört kişi seçiyorlar -seçtikleri kişilerden biri köyün bekar kızlarından, biri ahlakçılardan, biri köyün genç delikanlısı, biride köyün fakir ve diğer toplulukları merak ettiği için gezmiş biri-. Bu kişiler çeşitli kaynaklardan bilgi topluyorlar, kızla iletişime giriyorlar, kızın geldiği yeri araştırıyorlar, kızın geçmişine ulaşmaya çalışıyorlar, hepside hemen hemen aynı bilgilere ulaşıyorlar.
Şimdi bu toplumda yaşayan kişilerin tutumlarından bahsedeyim. Beş sınıfa ayırabiliriz buradaki kişilerin tutumlarını.
Bazı kişiler aynı ailede yaşayan kişilerin duygularından, isteklerinden bile habersiz şekilde yaşayıp gitmektedirler, hemen hemen herşeye karşı duyarsızdırlar.
Başka bir tutum ise ailesindekilerin dugularından, isteklerinden, sorunlarından bir nebze haberdardır, ama duyamazlıktan, görmemezlikten gelirler - görmek duymak onları bazı konularda rahatsız edeçektir, o yüzden duymazlar görmezler-.
Bazı kişilerin tutumları ise ailesinde, çevresinde olan olaylara karşı tepki vermekte hep tereddütlüdürler, bunların kaygı ve korkuları vardır.
Bir takım kişilerin tutumları ise herşeyin farkında olup, her gerektiğinde de tepkisini ortaya koyabilen, sağırlığı, dilsizliği, görmemezliği seçmemişlerdir, olaylara karşı tutumları nettir, korkuları ve kaygıları çok azdır, bu kişiler toplumu için çalışmayı seçmişlerdir, seçerken ise birşeyleri değiştirmek istemektedirler.
Bazı kişilerin tutumları ise -çok çok azınlıkta bir grubun- ailesinde, çevresinde, toplumunda yaşanan olayların farkında, herşeye rağmen doğru bilginin peşinde, mücadele etme yöntemlerini biliyorlar, bir önceki saydığım kişilerle buraya kadar benzer, ama bu gruptaki kişiler hiç birşeyin değişmeyeçeğini bildiği halde, mücadelesini vermekteler, bunlar insanlardan birşey peklememekte, hayal kırıklıkları gibi şeyler yaşamamakta, insanlığı iyi tanımakta.
Olay hakkında araştırmaları tamamlayan ve hemen hemen aynı sonuclara ulaşan dört kişi, elde ettiği bilgileri köyün meydan gibi bir yerinde açıklamaya başlıyorlar. Bekar kız edindiği bilgileri kendi süzgeçinden geçirerek anlatıyor, köye yeni gelen kızı kendine rakip gördüğü için kızı köyden gitmesi gerektiği şeklinde konuşuyor. Ahlakçılarda kızın bulundukları toplumda ahlakın bozulaçağı düşüncesi ile kızın köyden gitmesini istiyorlar. Genç delikanlı ise kızın köyde kalması için bir konuşma yapıyor, genç erkek kızla pazarlık yapmış, cinsel yönden bir beklentisi var genç erkeğin. Fakir delikanlı ve merak için diğer yerleri gezen kişi ise kızın ona maddi yönden ve onun merakını gidereçek şekilde gezmesi için olanaklar yaratmayı vaad ettiği için, edindiği bilgileri yorumlarken kızın köyde kalması yönünde olur. Şimdi burada halk nasıl karar verecek, iki kişi gitsin dedi, iki kişi kalsın dedi, halktan bazı kişiler bu olayı umursamayaçaktır, bir çoğu ise daha önce duygusal bir bağ ile bağlı oldukları kişinin görüşünü benimseyeçektir, veya daha önce deneyimlerinden etkilenerek karar vereçektir, bazısı ise kalmasında veya gitmesinde grup içinde kendi konumuna bir fayda sağlayaçaksa kalması gerekiyor, faydası yok ise gitsin yönünde karar vereçektir. Küçük bir grup ise kendi toplum içindeki çıkarını, kendi duygusal bağını düşünmeden, değer görme, yalnız kalma gibi şeyleri düşünmeden inandığı doğru değer için, olayı sorgulayaçak, araştıraçak ve kendi vardığı kararda ikna olduktan sonra topluma anlatmaya çalışaçaktır, bu küçük gruptaki kişilerden bir grup birşeyleri değiştirmeye odaklanaçaktır ve değişmediğini gördüğünde mücadeleden vazgeçecektir, bu grubun içindeki diğer küçük grup ise değiştirmeye çalışmadan inandığı doğruları söylemeye devam edeçektir.

Bu hikayenin konusu bu, burada olanları günümüz için düşünelim.

Medyanın benim kafamdaki tanımı şöyle;
Insanların bir birinden haberdar olma, insanların beklentilerini ve isteklerini iktidarlara veya bir birine iletme araçı. Ortak sorunlar hakkında mücadele etme yollarını gösterme araçı, Toplumu istenilen değerleri öğretme araçı, bireyleri toplumsallaştırma, eğitme araçı olarak medya kullanılmaktadır.
Medyanın günümüzdeki yapısından, bulunduğu durumdan bahsedeyim.
Türk toplumunda Medya çok kullanılmaktadır, bir çok olaydan haberdar olduğumuz yer televizyonlardır, gazetelerdir, internettir. Televizyonun başında çok zaman geçiririz. Yüzde 40 ımızda internet kullanmaya başlamıştır, az bir kişide gazete okumaktadır.
Türkiye de medya büyük sermaye sahiplerinin dir, (Bursa da ki büyük gazeteler ve haber kanalları iki üç Bursalı iş adamının elindedir). Devlet televizyonları ise hükümetin televizyonudur.
Ulusal çapta ve yerel çapta yayın yapan özel medya kurluşlarının bir çoğu, özellikle yerel çapta olanlar, belli bir süreliğine bir idolojinin sesini duyurmak için kurulurlar. Televizyonlarda ve gazetelerde çalışanlar, yazarlar, müdürler, tamamıyla sermayeyi koyan kişiye bağımlı olarak çalışmaktadır. (Yazarlar ne kadar tarafsızdır. Mesela, yaxarlar sermaye sahibinin yanında çalıştırdığı işçilerin işçi haklarını öğrenmeleri için, devamlı bu konu hakkında yazı yazabilirmi veya sermaye sahibinin yapmış olduğu dolandırıcılık ile ilgili yazılar yazabilir mi, Şu örnekteki gibi bir durum yok mu sizce, diyelim iki takım futbol maçı yapıyor ve bu iki takımı yöneten hakemin parasını ise futbolcular ödüyor, bu hakem ne kadar bağımsız karar verebilir sizce). ve yerel gazetelerde çalışan kişilerin çoğu habercilik, gazetecilik alanında eğitim görmemiş kişilerdir. Bu durumları düşünmek gerek. Medyaya daha özgür çalışabileçeği ortamlar yaratmak için çalışmak gerek. (Muhasebe-Mali müşevirlerik mesleğinde de kayıt dışı engellenmeden mesleki bağımsızlıktan söz edilmesi ve mesleğin kalitesinin artmasından söz edilmesi zor olduğu gibi). Facebook, Twitter gibi sosyal ağalar ise bilgi palaşımında anlık mesajlar verilebiliyor ama buradaki kullanıcıların burada paylaşılanları doğrulaması zor olmakta ve belli yönlendirmelere çok açık haldedir. -Buraları kullanan kişilerin buradaki palaşımları çok dikkatli bir şekilde sorgulama, karşılaştırma yapıp okumaları gerek-.


Haberlerin veriliş şekillerine baktığım da şunu görüyorum, kısa kısa bir çok olaya yer verilmekte, bu olayların çözümünde kişiler nasıl yer almalı gibi bir bilinçlendirme uyandırılmamakta -Bu duruma aslında habersizlik deniyor-.
Kişilerin özel hayatları yıpratıcı şekilde yansıtılmakta (Kişiler kendi iç dünyalarında dalgalı bir haldedir, bu dalgalanmaları sorgulamakta, düşünmekte, hatalarını düzeltmeleri için zaman tanımaktalar kendilerine, ama bu yaşanan hatalar hemen göz önüne sürülürse, kişilerin yaptıkları hataları düzeltmeleri daha zor olur, bu onlara yardımcı olmaz).
Şiddet olayları çok verilmekte, mesela trafik kazaları hergün verilmekte, trafik kazasında şu kadar kişi öldü, arabanın yuvarlandığı yer gösteriliyor, yaralı gösteriliyor, ama şu verilmiyor, bu trafik kazaları neden olmakta, trafik kazalarının önlenmesi için Türkiye çabında nasıl çalışmalar yapılmakta olduğu, varsa bu önleme çalışmalarında nasıl yer alınması gerektiği, yoksa önlemek için fikir yürütenlerin fikirlerine yer vermiyorlar.
Mesela Türkiyenin bir bölgesinde ciddi bir deprem olsun, deprem ile ilgili haberler yapılmakta, deprem uzmanlarına çeşitli iletişim araçlarında söz hakkı verilmekte ama depremin yaraları sarıldığında, deprem ile ilgili haber yapılmamakta, halkın deprem konusundaki bilinçi diri tutulmak için haberler yapılmamakta. Deprem önleme çalışmaları hangi aşamada olduğu ile ilgili haberler yapılmamakta -Haberlerin yapılması bu çalışmalar üzerinde, halk denetimi yapılmış olmaktadır-.
Gazeteler ayrılımcılık yaratan olayları, halkın günlük ilgisini çekeçek olayları, sansansyon yarataçak olayları, daha çok satabilmeleri için bu tarz haberleri birinci sayfadan verebilmekte.
Bir televizyon kanalında oynayan bir dizi var, bu dizide oynayan baş karakterin özel hayatında sansasyonel bir gelişme oluyor. Dizinin yayınlandığı kanalın haberlerinde bu olay kanala ve diziye zarar gelmeyeçek şekilde verilmekte, diğer kanallara baktığımda ise her kanal bu dizinin yayınlandığı kanal ile ilişkilerine göre bu haberi vermekte. Bu çok kolaylıkla biriki karşılaştırma sonucu anlaşılabilen bir gözlem.
Geçenlerde sabah saatlerinde haberleri izliyorum, haberde gezi parında yaşananları veriyor, ama bu gezi parkında bu olaylar neden yaşanmış, niçin yaşanmakta, burada ne istenmekte, bunları hiç söylemiyor, yaşanan olayları gerilim, korku niteliğinde bir kaç kare veriyor.
Ortağokul ve lise yıllarını gençler günde 4 saatlerini televizyon başında geçirmekte veya internet başında. Emekli olmuş bir çok kişi de hayatlarını televizyon başında geçirmekte.
Dernekler, vakıflar, Meslek odalarında ve buna benzer diğer sosyal ortamlarda pek birlikte olunmamakta. Bizde genelde Yaşlılar camilerde birlikte olmakta, gençler avm lerde gürültülü ortamlarda, sosyal ağlarda birlikte olarak bir biriyle haberleşmekte, ev kadınları evlerde bir birbiriyle buluşmakta.

Medyayı takip eden halkın genel tutumundan bahsedeyim, ve nasıl takip edilmesi gerektiğini yazmaya çalışayım.
Türk toplumunda genelde, babanın veya büyüklerin yaptığı hareketlerin pek sorgulanmasına izin verilmemekte, bulundukları çevrenin dışında çıktıklarında gençleri kötü şeylerin beklediği şeklinde bir algı yaratılmakta, ailelerin çocuklarına karşı tutumları baskıcı, ilgisiz, aşırı ilgili olmakta ama pek az aile demokratik bir aile olabilmekte.
Okuma yazma oranları Türkiye genelinde pek iyi değil – kadınlarda okuma yazma oranı daha düşük- gizli okuma yazma bilmeyenlerde var -okuma yazma öğrenmiş ama çok kullanmadığından neredeyse unutma aşamasına gelmiş- okumak insana yük getirir -ben tarafsız, bağımsız olmayan, kafası özgür olmayan, bilimsel bilgi alış yöntemlerini bilmeyen birinin okuması bence kişiye zarar vermekte). Yazmak kendini ifade etme biçimidir, -yazmak için yazanların olduğunu biliyorum, alıntılar yaparak yazan, kendi düşüncesi olmadığı halde, kendini farklı göstermek için yazan kişiler var, bu kişiler yazarak kendi gerçeklerinden biraz daha uzaklaşırlar-. Okuma ve yazmayı doğru düzgün yapan bir nesil hayal ediyorum (Daha fazla açıklama için, Bilgi üzerine yazıma bakılabilir)-, ki bu nesil medyanın denetimini yapsın. Ama ilk iş ailede başlamalı, sonra okullarda ve sonra iş yaşamında devam ettirilmeli, böyle olmadığı sürece medya bizi istediği yöne yönlendirir.
Benim çevremden bazı örnekler vereyim, okuma yazma bilmeyen bir yakınım, haberleri dinler iken, haberlerde olan olayın bütününü anlamıyor, daha önce tecrüpe ettiği hayat görüşü ile ilgili veya bildiği mekanlar ile ilgili bir kelime geçerse o kısmı anlıyor. Okuma yazma bilen yakınlarımda ise şunu görüyorum: Medyanın verdiği bir habere hiç kuşku ile yaklaşmıyor, hemen doğru gibi algılıyor, birincil ikincil kaynak araştırmasına girmiyor, haberi farklı kaynaklardan izleyip karşılaştırmaya gitmiyor, haberdeki bilgi ve yorum kısımlarını ayırt edemiyor, tartışma programlarına pek ilgili olmuyor. Hayat görüşlerine yatkın oldukları gazeteleri ve televizyonları seyretmekte -Hangisi objektif haber verir, objektif haber verecek kanal arayışı içinde değiller pek-. Daha çok kendi yaşanmışlıkları ile, hayalleri ile bağlantı kurdukları dizileri seyrediyorlar, toplumsal olaylara karşı pek ilgili değiller -bana dokunmayan yılan bin yaşasın görüşüne yatkınlar- Bu okuma yazma bilen kişilerin içinde Üniversite bitirmiş kişilerde var.
Şunu gözlemliyorum, bir grupta beş altı kişi sohpet ediyor, bu sohpet edenlerden biri mahallede olan bir olayı anlatıyor, mahallede olan olayı anlatan kişi, bu grupca güçlü görülen bir kişi ise bu kişinin dediğini hiç sorgulamıyorlar, mahalledeki olayı anlatan kişinin bu olayı nerden öğrendi, nasıl öğrendi, kendi yorumuna nerede başladı, niye bize bunu anlatıyor, olayı anlatan kişi ile olay arasında nasıl bir bağlantı olup olmadığı gibi sorular, pek bu anlatana sorulmuyor, anlatan kişi ve onu dinleyenler arasında konu hakkında bir uyuşmazlık olduğunda anlatan kişiye duygusal yakınlık gösterenler daha çok bu kişinin tarafını tutmakta. Olayın doğruluğundan çok olayın bize nasıl bir yararı olur veya bize nasıl bir zararı olur üzerinde düşünüyorlar genelde. Ben sorular sormaya başladığımda ise rahatsız oluyorlar. Bu sorgulamaları buralarda başardığımızda -buralardan başlanmalı- Medya daha farklı olaçaktır. Sorgulayacak kişilerin çoğunlukta olması, medyanın kontrolünü sağlayacaktır.

Medya konusunda yapılanlara ve yapılaçaklara değinmek istiyorum.
Medya kesinlikle sermaye sahipleri ile ilişkisini kesmeli. Medya hükümetlerin denetimi altına girmemeli. Tüm Medya organlarınca kabul görmüş, Medyayı denetleme ve ceza yaptırımına sahip bir üst kurum kurulmalı. Kesinlikle ve kesinlikle kişiler medya yı okumasını bilecek.
Şimdi bunları açmam gerek, medya hükümetlerin kontrolünde olmadığında, özel sektöre bırakılaçaktır, özel sektörü kontrol etmeye kalktığında da yine yeni inançlarına ve tarafına göre yayınlara izin vereçek, kendi inançına ve tarafına ters olanlara izin vermeyecektir. Kamuda adam kayırmayı, torpilciliği, politikacıların kamuyu çıkar araçı olarak kullanılmasını engellemek için, kamu malları, işyerleri özelleştirilmekte ki iyi bir yönetim sağlanabilsin diye. Özel sektöre aktarılmakta kamunun işleri. Özel sektörü denetlem ve gerekli düzenlemeleri yapmak için, devlet işe karıştığında da, adam kayırmalar olmakta, özel sektör sahipleri bu düzenlemeleri yapan kurumların başına gelmek için çalışmakta, buralara adamlarını yerleştirmek için çalışmakta olduğunu okumaktayım, sohpetlerde duymaktayım.
Medya üzerine şöyle bir yapılanmadan bahsedeçeğim, bu yapılanma diğer iş alanları içinde uygulanabilir.
Hayalimizde bir gazete kuralım şimdi bu gazeteyi bir organizasyon olarak düşünelim, bu organizasyonun bir arada olmasını sağlayan elemanlar olmalı bu organizasyonu bir araya getiren elemanlar şunlardır; yazarlar, editörler, sermaye sahipleri, kameramanlar, spikerler, sunucular, personel işleri, temizlikciler, güvenlikciler, yayın dağıtıcılar... dır. Bu organizasyonun hiç bir parçası diğerinden önemli olmamalı, fakat bazı organları daha fazla yük yüklenicisi olur, bazıları küçük bağlantı elemanları gibi olabilir. Bu organizasyonun devamlı işler halde tutmak için ve iyi hizmet vermek için nasıl bir yapılanma içine girmesi gerektiğini düşünelim derim. Bunu en ince ayrıntısına kadar açalım derim, benim bilgim bunu en ince ayrıntısına inecek kadar yeterli değildir -Ben medya yı dışardan takip eden, medyanın bire bir içinde değilim, medyanın içinde olan kişilerin kitaplarını okumuş biriyim. Ben şuna inanan biriyim, işin içinde olanlar en iyi çözümleri üretebilirler, en iyi şekilde sorunları tespit edebilirler ve en iyi çözümleri üretebilirler diye düşünüyorum-.
Mesela sermaye sahipleri bu işletmenin yüzde 30 hissesine sahip olsun. Yazarlar yüzde 35 hisseye sahip olsun. Editörler yüzde 5. Yayın dağıtıcılar yüzde 5. Kameramanlar, sunucular, spikerler yüzde 5 hisseye. Güvenlikciler, temizlikciler, personel işleri yüzde 5. Yüzde 15 de halka açılsın.

NOT:
Ben bir devleti oluşturan unsurları ve bu unsurların ayrıntılarını incelemeye kalkıştım 2005 yıllarında. Üç ana başlık altında toparladım bu incelememi; Güvenlik, Yurtaşlık, Sosyal diye. Güvenliği şöyle açtım, Adalet, eştlik, İnsan hakları, Basın Yayın, Eğitim Öğretim, İktisati ve Anayasal güvenlik, Savunma. Sosyali ise şöyle açtım, -Aile, -Meslek, -Din, inançlar-, Devlet teşkilatı, Örgütlenme, yerel yönetim, denetim, -Ekonomik planlama, Sosyal güvenlik, yaşam kalitesi, refah algısı. -Yoksunluk, yoksulluk, yolsuzluk, yozlaşma. Yurtaşlığı ise şöyle açtım, -Ulus, Vatandaşlık, Millet, milliyetçilik, -Laiklik, egemenlik, -Kültür-. Bir Devlet üzerine düşünmek isteyecek kişilerin, düşünmesi gereken kavramlar. Ben bu açtığım konuların her biri hakkında elimde güzel kaynak kitaplar var, çeşitli makaleler var, ve bu konuların hepsi hakkında bir derleme yapmışımdır, bu derlemeyi yaparken bilimsel araştırma yönetmleri ile ilgili kitapları okuyarak, hangi yöntemler izleniri öğrenerek takip etmeye çalıştım sayılır. Tabi bu incelemelerim devam etmekte, anlamaya çalışmaktayım.
Ve bu konular hakkında kendi yazılarımı yazmaya başladım yaklaşık iki yıldan beri. Basın üzerine yazacağım bu yazıya da bu noktadan bakılmalı.


Tabi bu yukarıda yaptığım sınıflandırma ve ayrıntıları bir kerede oluşmadı, hep bir konunun ayrıntısına inmeye çalıştım, hep sorular sordum, hep bağlantılar kurmaya çalıştım, hiç bir kavramı üstün körü geçmeye çalışmadım. Mesela Kültür nedir dedim, gittim kültür ile ilgili bir çok kitap aldım, Kültür kavramına bakarken Antrapoloji bilimi ile tanıştım, Antrapoloji biliminin genelini anlamaya çalıştım nedir ne deyildiri, sonra Antrapoloji biliminin kültür üzerine yazılarını okudum, sonra Sosyal psikoloji ile tanıştım sosyal psikoloji kitapları aldım okudum, sosyal psikolojinin kültüre bakışını okudum...

10 Nisan 2013 Çarşamba

TEPKİLERİMİZ...


Çevremdeki olan olaylara karşı nasıl tepkiler veriyorum, çevremdeki olayları ne kadar anlıyorumda ne kadar tepki veriyorum, olaylara tepki şekillerim nasıl, insanların olaylara tepki verme şekilleri nasıllar diye merak ettim. 

Tepki vermek olağan/var olan durumdan çeşitli nedenlerden dolayı farklı bir duruma geçme isteğidir, tepki vermemekte olağan durumdan hoşnut olmamasına karşı farklı bir durumda karşılaçağı belirsizlikten dolayı tepki vermemeyi seçer (karar vermemeyi tercih eden kişilerde de bu vardır) tepki veren kişi bir şeylerden hoşnutsuzdur demek, genelde insanların şu durumlarda tepki verdiklerini gözlemledim; kaygı/ters giden işler/belirsizliklerin artması/boyun eğmeye katlanamamak/tutarsızlıklar/adaletsiz bir yaşam/hayatın anlamsız hale gelmesi durumunda insanlar tepki verme eyleminde bulunuyor, kendimde ve çevremde gözlemlediğim/okuduğum kadarıyla bu tepkiler çeşitli şekillerde oluyor.

Şimdi benim burada aramaya çalıştığım/çalışaçağım bu hayatta hangi olumlu tepki şeklini vermek gerektiği. Bu soru ile birlikte şunlarıda düşünmek gerekti, nasıl bir hayat anlayışım olmalı bu hayatta, hayatı nasıl anlamalı ve kendimi nasıl tanımlamalıyım. Hayatı algılayışımız/bakış açımız ve geçmiş deneyimlerimiz, hayattan beklentilerimiz, kendimizden beklentilerimiz tepki şekillerini belirliyor, bu sorular çok zor sorular cevaplar aranması uraş gerektiriyor, verilen yanıtlarda tatmin edici olup olmadığını anlamak zor oluyor.

Hayatı nasıl anlamalıyımdan başlayayım, veya ne kadarını anlayabiliyorum, yaşadığım tecrüberlerden çıkarımlar yapmaya çalışayım, bu çıkarımlar sonucunda da bazı genellemelere varmaya çalışayım.

Kendimizi, insanları ve hayatı gördüklerimiz kadarıyla mı bilebiliyoruz, tecrübe ettiğimiz deneyimlerimiz kadarıylamı hayatı, insanları algılıyoruz. Yoksa bazı kişilerin dedikleri gibi sezgilerimizlemi olayları anlayabiliyoruz, ben kendimde böyle birşey görmüyorum, sezgiler daha önce tecrübelerimiz sonucu yaptığımız keskin çıkarımlar gibi, bazıları ise kalb, gönül gibi şeylerle olayları algılayabiliriz diyorlar. Bilginin sınırını çizmekte nasıl bir kriter alaçağız. Doğru bilginin kaynağı varmıdır yokmuduru bilmiyorum, doğru bilginin kaynağını bir çok kişi farklı kriterlere göre değerlendirme yaparak açıklıyor da, bazıları tutarlılık diyor, bazıları yararlı olmayı diyor, bu sorular cevapsız dururken. Hayatı nasıl anlamalıyım ve ne kadar anlamalıyımmın cevapı yok bende.

Bilgiyi algılamak ile ilgili bir örnek vereyim.
Birlikte yaşadığım bir nenem var 76 yaşında, nenem in mesleği tarla işleri, tarla işlerinde iyidir, takdir ederim. Televizyon nenem orta yaşta iken yeni çıkmış, 1 senden biraz fazla okula gitmiş, okuma yazması yok, heceleyerek biraz okuyor gibi ama bazen bazı harfleri bilemiyor. 3 çocuğunu neredeyse tek başına büyütmüş evlendirmiş. Nenenem televizyonda dizilere çok bakıyor, haberlerede bakıyor, şuan akıl sağlığı ve fiziki sağlığı çok yerinde. Nenem televizyon dizilerinde olanları gerçek sanıyor, haber spikerinin söylediği sözün sadece kendisinde daha önce olan bilgi kısmını alıyor, haberin bütününü anlamıyor, Türkiye dışında olan ülkelerdeki olaylarıda Türkiyede veya Bulgaristanda olmuş gibi algılıyor (Bulgaristanda ve Türkiyede yaşadı sadece, Dünya da başka yerleri bilmiyor, çoğrafya gibi dersleri hiç görmedi, Odasının duvarında iki metreye yakın Dünya haritası astım ama baktığında nasıl birşey algılıyor kestiremiyorum). Burada sormak istediğim soru şu bir bilgiyi nasıl algılıyorum/algılıyoruz, nenemde olduğu gibi benimde böyle algıladığım olaylar neler açaba (ilk doğduğumda bir maarada yaşasaydım ve uzun süre bana o marada sadece hayvanlar gösterilseydi , ve beni dışarı çıkarsalardı sonradan açaba ben insanları gördüğümde nasıl algılardım).
Vicdan kişilere toplum tarafından öğretilen bir duygumu yoksa kişide doğduğunda var olan sabit bir şeymi, diyelimki bir toplumda sakatları istismar etmek normal karşılansın ve yeni doğan bir çocuğa da bu böyle öğretilsin ve bu toplumda büyütülmüş olsun bu çocuk, bu çocuk ta büyüdüğünde herkezin önünde sakat birisini istismar etsin, istismar edenin vicdanı sızlarmı açaba, veya bu toplum bu kişiye vicdansız dermi açaba.

Benim burada anlatmaya çalıştığım neye tepki vereçeğimiz bize öğretilen değerlermi yoksa, insanın doğasında var olan birşeylere gelememesimi, ve nasıl yaşamalı insan sorularına cevap aramalı insan, insanın doğası nedir, veya doğası varmı dır, ondan sonra bir tepki koyma işine girişmeli, girişebilir.
Şöyle bir örnek vererek, neye, nasıl yaşamalı insan, insanın doğası varmı yokmu üzerinde düşünelim.
Bir köle köle olarak ne kadar kalabilir veya bu köleliği nasıl kabul edebiliyor, neden bu köleliğe başkaldırmıyor.Benim köleden anladığım şu; birisinin yanında bağımlı çalışan değil, insan onuruna yaraşmayaçak şekilde yaşamaktır kölelik, kölelik birisine bağımlı olarak yaşamamak durumu var iken dugulardan dolayı bağımlı olarak yaşamak demektir, boyun eğen kişi köledir, haksızlıklık karşısında sesini çıkarmayan kişi köledir. -Bu tanımdaki kölenin durumu insanın durumuna ters mi ki- Köle bu dururumlar kaşısında neden sesini çıkarmıyor, bu duruma nasıl katlanıyor açaba, bazı nedenlerden dolayı katlandığını düşünüyorum; köleliği meşru gösteren bazı örf ve adetlerin var olması, küçük çıkarlar uğruna bu durumunu korumaya çalışıyor olabilir, kölelikten faklı bir durum da bilmeyebilir, köle başkaldırdığında efendileri tarafından sürgüne gönderilebilir korkusu vardır, yalnız kalmaktan korkar, veya köle de kölelerin içinde kendi durumunu üstün göstereçek şeylerin peşinde koşar, veya köle olduğunun farkında değildir, ama benim burada asıl açıklamak istediğim bir insan gerçekten bunlara ne zaman katlanamaz hale gelir, ne zaman canına tak eder, her şeyi göze almaya karar verir, ne zaman bu duruma başkaldırır -her başkaldırı olumlu tepki şeklinde başkaldırı olmaz- Başlarda insan bulunduğu durumdan hoşnut olmamaya başlar, hoşnut olmamak kilit nokta, ne zaman hoşnut olmam.

Evreni tanımlamaya çalışan o kadar çok teori ortaya atılmış ki bazı teorilerin gerçekliği o kadar çok kişi tarafından kabul görmüş ki, ama bu çok kabul gören teoriler bile şuan günümüzde bir anlam ifade etmiyor, bir kesinlik yok, hayatta neye inanacağını şaşırıyor insan, - tabi herşeyi kesinlikle açıklamış ve yanlışlama ihtimali bile olmayan hayat görüşleri var günümüzde bunlarda birçok toplum tarafından kabul görüyor-

insanı da tanımalamaya çalışan o kadar çok teori varki. Hiç birinde bir kesinlik yok.
Tüm bu anlam arayışlarına karşılık şöyle bir durumda var. İnsan yerdeki bir taş gibi değildir, yerdeki taşın hareketleri kesindir, doğası ve özellikleri kesindir, taş tutarlıdır, diğer bütün nesnelerde olduğu gibi, ama insan öyle değil, ben kendimi bir dönem bir taş gibi sınırlandırmaya kalktım her hareketimi kontrol etmek istedim, karar verme süreçlerimi çok inceledim, nasıl karar veririmi, ama ben birçok olayda 180 derece döndüm, -bu değişim işini çevremden etkilenerek deyil daha çok düşünceyle birlikte gelen eylemlerimin sonucu yaptım- Ben çok tanım arıyorum her şeye, ama hayatta tüm saçmalıyla kendini hissettiriyor bana, neden mi bi bakıyorum benim değer verdiğim şey bir anda benim dışımda gelişen olaylar sonucu yok olmuş gitmiş, ve bir anda ölebilirim de, ne bileyim bir anda istemediğim bir olayla karşılaşabiliyorum ve hayatım çok farklı şekil alabiliyor, hiç beklenmedik bir hastalık başımıza gelebiliyor veya hiç beklenmedik bir şekilde kendimizi hapiste veya bir salgının içinde bulabiliyoruz. Bir tarafta benim hayatı anlama, kendimi anlama gibi bir çabamın yanında bir de hayatın bu gerçekleri var, bunlar arasında bazen bunalıp kalıyorum.

Tüm bu durumlara rağmen, anlamsızlığa rağmen, bunca anlam arayışındaki zorluklara rağmen insanların tepki verme şekillerini yazmaya ve açmaya çalışayım. Niçin tepki veriyoruz, -Nitzsche topluma başkaldırmıştı- Bireysel tepkiler ve toplumsal tepkiler diye ikiye ayırayım. Ve yine tüm zorluklara rağmen olumlu tepki şeklini yazmaya çalışayım.
Mesela,
İntihar etmek olaylara karşı verilen bir tepkidir, intihar bir tepki şeklidir. İntihar teşebüsünde bulunan bir kişi, hayatı anlamsız bulur, hayatta onu var eden değerleri yitirdiğini düşünür, değersizlik duygusunu çok kötü yaşar, kendine hayatta tutunacak bir şeyin olmadığını söyler, isteği ve amaçı kalmadığını söyler. İntihar eden bazı kişiler de birilerine birşey göstermek, anlatmak ister. Baskı ve eziyet yüzünden intihar edeni görmedim -belki vardır- Kişi intihar ederek, onun için anlamsız olan hayata bir son verir, bu anlamsızlıklar artık ona bir etki edememektedir. Belki intihar ederek birilerine birşey anlatmak istiyordu, birilerine birşey anlatma, gösterme işinde olan kişide birilerine birşey anlatmış olabilir. Niçin intihar etmemeli, intihar etmemeyi haklı gösterecek nedenler nelerdir, dini bir inança sahip olan bir kişi -dinler intiharı kötü görür- intiharı inançı yüzünden seçmeyebilir, ama bir dini inanca sahip olmayan kişi bu durumlar karşısında neden intiharı seçmemeli, yaşam hakkı kişiye ait ise, ister yaşar, ister yaşamaz, hayat tüm anlamsızlığına ramen yaşanmalı demek çok sığı bir söz olur, her şeye ramen bu tepki şeklini seçmemek niye, ben intiharı seçmem çünkü ben hayatı anlamsız bulduğumda bile bu anlamsızlığı sorgulayan biriyim, hayatın her durumunu merak ediyorum, kendimi değersiz gördüğümde bu değersiz görme durumlarını sorguluyorum, isteklerim ve amaçlarım hiç bitmiyor belki genç biri olduğumdan böyleyim, ama bir uraş edinmek insana iyi geliyor, mesela örgü örmek ve birilerine hediye etmek, mesela bağ bahçede dikim yapmak.

Hayatın belirsizliğine, zorluğuna, adaletsizliğine karşı insanlar katı bir şekilde bir dini mezhebe bağlanarak hayat karşısındaki tutumunu belli ederler, kötü bir olay olduğunda ve bu olan olayın neden olduğunu anlayamadığında hemen kadere bağlar. Adaletsiz bir durum gördüğünde bu durum karşısında birşey yapamadığında hemen söyle bir şey der öbür dünyada hesaplaşaçağız. İnsalar çok zorlandıklarında, sıkıntıları çok arttığında bir çok insan bunda da bir hayır vardır diyerek kendisini rahatlatır, bazıları hacı hocaya giderek mıska yaptırır, türbelere gider dileklerde bulunur, fala baktırır.

Hayatın zorluklarına karşı aldırış etmemek, başı boş vurdum duymaz şeklinde, her olaya hemen atlayarak sadece içindeki sıkıntıyı atmak için verilen isyan şekli de bir tepkidir. Hayata tamamen duyarsız, görmez, duymaz ilgisiz, bana ne lazımcılıkta hayata bir tepkidir.

Bir de içimizde kendi kendimize karşı verdiğimiz tepkiler vardır, kişiler hayatta karşılaştıkları olumsuzluklar sonucunda bazı tepki verme şekilleri geliştiriler; bir olaya karşı başarısız olduğumuzda içimize kapanırız, kendimizi haklı göstereçek bahaneler üretiriz içimizde, insanlardan uzaklaşırız. Bazı kişilerde kendilerini güçlü göstereçek şeklde davranmaya zorlar kendini, herkeze sert görünmeye çalışır, atar tutar sözlerinde, kimseyi yaklaştırmaz nerdeyse yanına bu da bir tepki şeklidir, daha bunun gibi bir çok tepki şekli geliştiririz içimizde.

Yazının bundan sonrasında insanların toplumsal olaylara tepki verme şekillerini ortaya koymaya çalışaçağım, yakınımdan bir örnek ile başlayayım.
Benim anne ve babam bulgaristandan göç ettiler ilk yıllarda Türkiyeye geldiklerde yemek bulmak bile bir sorun olmuş. babam 3 sene 16 saat işte çalışmış annem ise sağlığına cok aykırı bir yerde 15 yil çalışmış, annem ve babamin bulgaristanda evleri ve duzgun isleri vardi, arkadaslari vardi, bsbam Türkiye geleyimde sabah aksam calisirim demiş, Bulgaristanda son yıllarda bazì kisiler tarafindan insani degerlere kisitlamalar getirilmisti babam bu duruma katlanamayarak Türkiyede her kosulda yasamayi secti, annemin ilk zamanlarda ilac alamayacak parasi oldu, Bulgaristanda tatile giden anne ve babam Türkiyede kahfeye çay içmeye gidemediler. Bazı kişiler tarafından Türkiyedeki bu durumumuz kötü algılandı, zor bir hayat olarak algılandı, ama hiçte öyle değildu babam hiç bir zaman Bulgatistana dönmeyi düşünmedi ve halinden çok memnun, çünkü babam Bulgarista adaletsizliğe, başıeğik gezmeye gelemedi buna olumlu bir tepki koyarak Vatanını değiştirdi. -Ben hiç bir nedenle bir insanın öldürülmemesi gerektiğini düşünüyorum, silahlı savaşlara karşıyım, insana her şartta yaşama şansı verilmeli, insan hata yapan bir varlıktır, acizdir biraz insan-
Babam şunun farkina varamadı ve bir çok kişinin olaylar karsisindaki tutumu gibi davrandi. Bir tehlike belirmeye başladığında halkın çoğunun birseyden haberi olmaz, olmamasının nedenleri ise ya cok cahil olmalarından, yada kendisiyle urasmaktan başka birseyi görmez olmasından (devamlı canı sıkılır, her gun kendi kafasını dinlememek icin kendine topluluk arasinda gürültülü, başi boş seyler bulur).
Bazilari ise tehlikenin farkina bir nepze varır ama bazende varmaz, onu daha çok günlük uraşlar ilgilendirir veya tam tehlikenin farkında değildir. bazi kişiler ise tehlikenin farkındadır ama nereden başlanir tehlikeye tepki koymaya onu belirleyemez veya bu kisiler bazen tehlikeyi gecici gibi görmeyi tercih ederler -bu verilecek tepkide kacmak icindir- (ben bir ara bunu yaptım ve bu davranışım hic hoşuma gitmedi, bu davranisimdan sonra ve başka nedenlerden dolayida bu konuya kafa yormaya karar verdim).
Bazi kişiler ise tehlikenin farkındadır ve nasıl davranacağınıda bilir, herşeyi değiştirebileçekmis gibi davranır (ben bir zamanlar bunuda yaptım, ben her tepki seklini hayatimin belli aşamalarında yaptım) böyle düşünen insanlar hiç birseyin değismedigini görduklerinde, bu tepki koyma işinden vaz geçerler -bu insanlardan birsey olmaz gibi seyler soylerler- tepki güçleri zayiflar ve kendine bir pay çıkarmayı da düşünebilir.
Birde benim olumlu tepki dediğim ve benim böyle olmaktan hoşlanacağım bir tepki şekli ise tehlikenin varlğı hic gecmeyeceğini bildiğin halde ve hiç kimseye birsey anlatamadış halde bile tehlikenin varligini yok etmeye calismak gerek, tabi bu tepki seklini koyan insan tehlikenin farkindadir, sonuclarini en iyi bilendir. kendisi icin vermektedir mucadeleyi aslinda, hayatıni boyle anlamli hale getirmektedir, bu kisi kendini tanir, kendisi boyuneğmez, adaletsizlige gelemez, hakkini savunur.

Duran Aydoğmuş