Sayfalar

4 Ocak 2015 Pazar

Görmek istediklerimiz.

Gün ışının içerisini pek aydınlatmadığı, masaların sık aralıklarla yerleştirildiği, sütunlar arasına yerleşmiş gri rafların birinde ince, renksiz, saman kâğıdı, yazarının kim olduğu belli olmayan bir kitap gözüme takıldı. Tarih yazan yer yırtılmıştı. Siyah mürekkep kalem ile yazılmış, köşeleri hafif yırtılmış idi, latin harfleri ile yazılmıştı ama şimdi kullandığımız kelimelerden farklı idi. Kitabın başında bu yıl Adolf Hitler öldü deniyordu, yani 1945 Mayısından sonraki bir tarih idi. Dışarıdaki yağmurlu havayı görecek şekilde sütunlardan birine birleşik şekildeki cilalı masanın üzerine kitabı koydum.

Yanıtlar aramak için gelmemiş miydim, iyi de herşeye bir yanıt üretilebilirdi, senin aldığın yanıtın gerçekçimi hayalmi olduğunun ayrımına nasıl varacaktın. Donkişotun inandığı da kendine gerçek geliyordu. Hayali bir dünya da yaşayan biri seni hayalin içine pekala alabilirdi. Sırtım ağarmaya başlamıştı.

Kitap insanın tanımını yaparak başlıyordu,

... İnsan kendini anlatmak ve anlaşılmak ister, bi şekilde bir yere ait olmak ister, İnsan yalnız kalmamak için çabalar çoğunlukla. Öyle ki insan doğru peşinde değildir, Toplumun doğru dediği şeylere doğru demeye yatkındır. Değerleri de sabit değildir öyle pek. Değerlerini güçlünün değerleri ile yer değiştirmeye yatkındır, güçlü olmak ister insan, ünlü olmak ister, çok kişi tarafından bilinmek ister. Çok kişi tarafından bilinmek demek, çok anlaşılıyorum demek anlamına da geliyor. Öyle ki insan çok da tarafsız değildir, eşitlikçi değildir. İnsan bir yerde uyumsuzluk/terslik hissetse bile o topluma uyum sağlamak adına bazı şeyleri görmemezlikten, duymamazlıktan, aldırmamazlıktan gelerek akla uydurmaları yaparak uyum sağlar. Bunu yapar, çünkü yalnızlığın verdiği sıkıntıyla karşılaşmak istemez. Bulunduğu çevreye uyum sağladığında kendini güvende hisseder bir nevi, uyum sağlamadığında çevresindekiler onu tam kabul etmezler içlerine, ayrımcılığa maruz kalır. İnsan öyle bağımsızlık peşinde falanda değildir...

İnsanın tanımını yapmaya devam etti, sonra hayal ve gerçeklerin ayrımına değindi,

İnsan ilişkilerindeki rahatsızlıklar/uyumsuzluklar ile kendimizden beklentilerimiz/görmek/bulmak istediklerimiz ile yaptıklarımız/bulduğumuz/karşılaştığımız durumlar arasında farkın oluşması sonucunda zorlanımlı yapılar meydana gelir, bu zorlanımlı yapılar çatışmaları meydana getirir, çatışmalar kaygıya neden olur.

O an durdum, kitabı ters çevirdim, ellerimi kafama koydum, ne kadar böyle durdum bilmiyorum, şimşek sesi ile kendime geldim, karşımdaki genç bir erkek bana bakıyordu. Kitabı incelemeye devam ettim.

... Hz Muhammedin döneminde Kuran'a yazılanlar bir tane, ama bakın şimdi her okuyan neredeyse farklı algılıyor ve bir çok fırkalara ayrılmışlar, kaç tane Kuran var, kaç tane Muhammed var. Birde herkes ben haklıyım diyor, bir birlerine kendi doğrularını kabul ettirmek için savaşıyorlar. Şekilcilikte yarışıyorlar, adeta kim daha şekilci olursa o daha çok inançlı gibi bir şeye getiriyorlar. Herkes daha önce atalarından getirdikleri inançlara, örflere göre okuduğu bilgiyi yorumluyor...

Kitabı elime aldım. Birkaç kelime okudum sonra yine masaya bıraktım, sağ soluma bakındım, kitabı sonra yine elime aldım, sağ bacağımı oynatmaya başladığımı fark ettim, tuvaletim gelmişti. Kitabı bıraktım, masaların arasından yürümeye başladım. Ben yaşadığım toplumun bir ürünü müydüm, kendime ait düşüncelerim var mıydı, yoksa ben açık ceza evi mahkumumuydum, kendime görülmez duvarlar örmüş müydüm, bunu nasıl bilebilirdim ki.

Bugün bu kitaptan ne anlamıştım, anladığım kadarıyla, "Tarihi, yazanlar nasıl kendi inançlarına/görmek duymak istediklerine göre, tarihi şahsiyetlerin söylediklerini gerçekten anlamak yerine istedikleri tarafları nasıl aldıklarını, tarihi olayları nasıl kendi hayal dünyalarını/inançlarını/çıkarlarını gerçekleştirmek için kullandıklarını ortaya koymaya çalışmış" Bazı yerlerde Hayal ile gerçek arasında yaşayan insanları Don kişot un yel değirmenlerine, koyunlara saldırısına dokundurarak, toplumların nasıl hayali düşmanlar yaratıp, bu hayali düşmanların topraklarını ele geçirmesini anlatıyor, bu düşüncelerin ve davranışların ardında yatan kişisel, toplumsal nedenleri ortaya koymaya çalışmış.

-Ve kitap sonunda bir konuyu, bir şahsiyeti bir olayı olduğu gibi/göründüğü gibi değerlendirmek istiyorsak neler yapmamız gerektiğini sıralamış.

Ün ve makam peşinde olmayacaksın, üretken ve gerçekler sizi rahatsız etse bile gerçeğe saygılı olacaksınız.
Bencilliğiniz ve gururunuz yüzünden hep haklı çıkma peşinde olmayacaksınız. Haklı çıkmak için tartışma hilelerine başvurmayacaksınız. Doğrularınızın değişebilir olduğunu ve hata yapabilirliğinizi kabul edeceksiniz.
Katılaşmış bir şekilde bir fikre bağlanmayacaksınız. Başka fikirleri dinlemesini ve eleştirel yaklaşmasını bileceksiniz.
Bir Mezhebe bağlı olmayacaksınız. Veya bir ideolojiye bağımlı olmayacaksınız, karşınızdaki insanlara açık ortamlarda varsa mezhebinizi ve ideolojinizin sorgulanmasına izin vereceksiniz.
Bilgi kaynaklarına birinci elden edinmemeleri -nakli veya rivayet şeklinde sözlü anlatımlardan beslenmeleri- Bilgiyi kaynağından almaya çalışın, bilgiyi vermek isteyenin kelimelere nasıl anlamlar yüklediğine bakılmalı. Yorum ve bilgi karıştırılmamalı.
Zaman kısıtlılığından dolayı eksik bilgi ile karar verilmemeli. Bu konu hakkında daha bilmediklerim neler diye kendine sormalı, hangi bilim dalları bu konu hakkında fikir yürütmüş diye düşünmeliyiz.
Arzularımıza ve beklentilerimize göre olaya yaklaşmamalıyız.


Neyse karnım açıktı, kığcım sandalye ye geçti, bacaklarım dondu adeta, otobüs koşturacağım, akşama geçe vardiyasına gideceğim, daha kızıma ödevleri için yardım etmeliyim.

Bi Kekemenin Hissettikleri.

Kekemelik kişinin benliğinin hissettiği kaygı durumunu hafifletmek için yaptığı bir savunma düzeneğidir. Ama kekeme olan kişinin istemediği bir durumdur.

Kekemelik kişide her zaman baş göstermez, bildiği bir şeyi bildiği bir çevrede söyler iken kekelemez. Belirsizlik anlarında ve ne söyleyeceğini karşısındaki kişiye tam olarak kararlaştıramadığında, karşı tarafı bir otorite/güç olarak gördüğünde ve söylediklerinin karşı tarafça nasıl değerlendireçeğini düşündüğünde ve değerli gördüğü şeyleri kaybedeceğini hissettiğinde kekelemeler başlar. Özgüven düşüklüğü olduğunda kekemelik artış gösterir, yani kendini değersiz gördüğünde, değersizleştirdiğinde, kendini bir işe yaramaz gördüğünde, çevresini tanıyamaz hale geldiğinde benlik hırpalanmaya başlar ve hırpalanan benlik savunmasız kalır, savunmasız kalan benlikler abartılı bir şekilde benliği bu durumlardan korumak için, -korumaz ise daha çok zarar görecektir- savunma düzenlerini uygulamaya geçer. Kekemelikte bir savunmadır -tabi genellemek istemiyorum, benim gördüklerim bunlar- Bir konuda bir şekilde tedirginlik duyuyorsa, o tedirginlik duyduğu konu hakkında düzgün cümleler kuramaz, ses tonu normal konuşma da çıktığı gibi çıkmaz.

Kekeleyen insan kekeleyeceğini anlayıp, daha önce kafasında oluşturduğu cümleyi farklı bir cümle olarak konuşmaya başlar. En zorlandığı nokta cümlenin başlangıcıdır ilk cümleden sonraki cümleler çorap söküğü gibi gelir. Konuşma cümlesini anlatacağı konunun önemine göre kurmaz da, girişte en kolay söyleyebileçeği kelimeyi seçer. Bazen cümleleri ağır ağır söyler, çünkü ağır ağır söylerken daha az kekeler. ve bazı kelimeleri söylemekte daha çok zorlanır,
söyleyemediği kelimeyi söylemeye çalışırken başı aşa yukarı hareket yapar, tabi bunu kelimeyi çıkarmak için yapar, istemsiz yapılan bir harekettir bu.

Kekemeye bu durumda yardımcı olunabilir, onun söyleyemediği kelimeyi anlayıp söylemeye çalışmak kelimeyi söylemeye yardımcı olur. ona güven verici bir şekilde yaklaşmak onu rahatladır.


Duran Aydoğmuş