Her insanın belli bir oranda kaygı ve
korkusu vardır, bu normaldir. Hayatın olağan akışını uzun süre bozuyorsa ve/veya
algıyı olumsuz şekilde etkiliyorsa, içsel çatışmalar artmış ise nu normal
olmayandır, burada durup cesur bir şekilde düşünülmesi gerek.
Nelerden kaygı ve korku duyulur, bu
kaygı ve korkular ne kadar gerçekçi, kişimi üretiyor bu kaygı ve korkuları.
Nasıl bir hayat anlayışı olmalı ki kaygı ve korkuları daha az
yaşanmalı/yaşamalıyım.
İnsan kendi hayatını etkileye bilme
becerisine sahip midir veya ne kadar kendi hayatını etkileyebilir, doğuştan
gelen genetik faktörler ve olumsuz çevre şartları, kişinin hayatını ne derecede
etkilemektedir. Mesela dikkat eksikliği yaşayan bir çocuk kendi iradesini
istediği gibi kullanabilir mi, dikkat eksikliği yaşayan çocuk yaptığı
çalışmaları eksiksiz bir şekilde bitirmek ister ama dikkat eksikliği yüzünden
tam olarak bitiremez ve kendine karşı başarısızlık hissini yaşar, bu kişi, bu
durumdan ötürü zaman içinde güven eksikliği yaşar. Güven eksikliği, çoğu durumda
çevreden gelen olumsuz değerlendirmelerle de artar. Güven eksikliği sonucu
kişide kaygı meydana gelir. Başka bir misal vereyim, küçüklüğünde kötü
bir çocukluk geçirmiş biri -şiddet görmüş, yabancı ve istenmeyen diye
dışlanmış, karşılıksız sevgi görmemiş, gereğinden fazla sorumluluk yüklenmiş...
- büyüdüğünde bu durumun etkisinde kalarak yaşadığı kötülükleri başkalarına
yaşatmaya çalışıyorsa, bu kötü durumdan dolayı içinde devamlı bir huzursuzluk
duyuyorsa veya bu huzursuzluk sonucu yaşamı anlamsız buluyorsa bu kişi ne kadar
kendi hayatını kendisi etkileyebilmekte? Kendime bu soruları sormadan
edemiyorum.
İnsan kendi hayatına bilinçli bir
şekilde yön veremediğine inanıyorsa kaygıda yaşamıyor olmalı. Ben ne yaparsam
yapayım hayatıma yön veremem, benim kaderim bu... bu gibi düşüncelere sahip
insanlar kaygı duygusunu yaşamamak içinde bu hayat görüşlerine sahip
olabilirler mi. Hayatını, kendi seçimleri sonucu oluşturduğuna inan kişi daha
fazla kaygı yaşar, nasıl bir hayat anlayışım olmalı, secim yaparken neye göre
secim yapacağım, gibi sorular sormak kişinin kaygısını artırır -Bu paragrafı
yazının içinde açacağım-
Aslında herkes kendini ve çevresini
tanımak için sorular sormuştur (insanın anlama gereksinmesi olduğundan
sormuştur, yemek içmek gibi) ve kendince yanıtlar bulmuştur veya bu sorulan
sorular birileri tarafından cevaplanmıştır, çoğunlukla sorulan sorular çevrenin
onayladığı şekilde yanıt bulmuştur veya soruların sorulması çeşitli nedenlerle
engellenmiştir. Sorulan sorular kişiyi kaygıya düşürmeye başladığında soruların
arkası gelmemeye başlar - kişinin sorduğu sorular çevresini ve kendisini
rahatsız ettiğinde (kendisini rahatsız etmesinin nedeni daha önceki
düşüncelerine ters cevaplar alması olabilir) kesilmeye başlar - bu sorulara
verilen cevaplar çerçevesinde kişiler hayat anlayışlarını oluşturmuştur.
Ben şuna inanıyorum İlk başta insan
kendini tanımalıdır (kendini tanımaya adanmak demek tir bu, kendini tanımak bir
uğraştır), Kendini tanımak deyince şunlar aklıma geliyor, hangi hal içinde
nasıl karar veriyorum, kararlarımda hangi kişisel özelliklerim etkili oluyor,
sorgulamadan almış olduğum bilgilerle oluşturduğum kalıp yargılarım var mı,
önyargılarım var mı -kalıp yargılarım ve önyargılarım olduğunu öğrendiğimde bu
düşünceleri ne kadar değiştirmeye istekliyim -, aldığım bilgiler çevremin onay
verdiği bilgiler mi oluyor, çevremin onaylamadığı bilgiler olduğunda ne kadar
yeni bilgi almaya istekli oluyorum ve kendim bir bilginin ne kadar derinine
inebiliyorum, bu aldığım yeni bilgiler benim yalnızlaşmama neden oluyor ise
yinede yeni bilgi almaya ne kadar istekliyim. Olayların gerçekliğiyle, doğruluyla
mı ilgileniyorum, yoksa olayların doğrulundan çok benim ondan sağladığım
faydamı önemli oluyor benim için. Hangi durumlarda nasıl davranışlarda bulunuyorum,
düşüncelerime göre mi hareket ediyorum, duygularıma göre mi, eylemlerim
karşısında duygu ve düşüncelerim nasıl şekil alıyor. Hangi duygular içinde
olduğum da kaygılanıyorum, kendimi en iyi ne zaman hissediyorum, ben ne
istiyorum bu dünyadan ben kimim bu dünyada, benim gereksinmelerim insan olarak
neler, nasıl bir varoluşa sahibim, ölünce ne olacağım...
Kaygı ve korkularım olduğunda kafam
karmakarışık oluyor bunu yeni yeni fark ediyorum, bunu tamamen fark etmeme bir
kız çocuğunun yaşamı vesile oldu. kaygı ve korkularımın neler olduğunu
düşündüğümde, şunlar şunlar diyebiliyorum ama kaygı ve korkularımın farkına
varmak bunları aştığım anlamına gelmez, bu kaygı ve korkularla karşılaştığımda,
güçsüz duruma düştüğümü ve düşündüğüm gibi baş edemediğimi gördüm, kaygı ve
korkularım neler olduğunu sıralarsam; insanların beni güçsüz, değersiz
görmesinden kaygılanıyorum, beni beğenmiyeçeklerinden, sevmeyeçeklerinden
kaygılanıyorum, kendimi devamlı yaptığım işin en iyisini en üstününü yapmaya
çalışıyorum – mükemeliyetcilik-. Rahatlık beklentisi, rahat bir dünya hayali-
durumu olduğu gibi kabul edememe, kafamda kurguladığım hayatın olmamasından
korkma. Bir aralar kendimi olmadığım gibi gösteriyordum ve bu olmadığım gibi
gösterdiğim için, bu olmayan beni koruyamayacağım kaygısı yaşıyordum.
Kaygılarımdan bir diğeri de değerlerimi yaşatamamak kaygısı, değerlerim
bedenimden çok daha değerli beni ben yapan şeyler, bunların yok olması benimde
yok olmam anlamına geliyor, değerlerimin yok olması ile bu dünyada bedenen yok
olmayacağım ama benliğimin hayattan zevk almadan yaşaması, huzursuz,
hareketsiz, itatkar bir kişilik –hırcın veya sessiz, değerlerimi yitirdiğimden
dolayı böyle bir kişilik yapısına bürünme kaygısı. Yaşadığım kaygılardan bir
diğeride benim kendi kendime kafamda ürettiğim yanlış fikir yürütmelerdi, bu
yanlış yürütmeleri hangi zamanlarda yaptığıma baktığımda kendi kendime şunu
dedim, baskı ve zorlanma anlarında yanlış akıl yürütmeleri yapıyorum, bu
anlarda akıl olayları/verileri değerlendirirken genelde olumsuz bir işleme tabi
tutuyor veya verileri aşırı olumlu değerlendirmelerde bulunuyor, eksik
verilerle hareket etmeye ve kesin bir çıkarımda bulunmaya yatkın oluyorum.
Başka bir kaygımda kendi kendime koyduğum yüksek beklentilerin gerçekleşmemesi
idi -belkide insan yüksek beklentiler peşinde koşmayı seviyor, pozitif bilim
belkide insan beklentilerini sınırlamak için de gereklidir, pozitif bilim
görülenin/olması gerekenin peşindedir- beklentilerimi gerçekçi şekilde
oluşturmadığımdan hayal kırıklıkları yaşıyordum, beklentilerimi oluştururken
genelde duyduğum yoksunlukların etkisinde kalıyordum, kaygılarımı dindirmek
için bir çıkış yolu arıyorum ve bu çıkış yolu genelde akla uydurmaları yapmak,
savunma düzenlerini kullanmak idi, şimdi bunu yapmamak için daha sağlıklı
kararlar almak için kaygılarımı azaltmaya çalışıyorum, çünkü bu akla
uydurmaları ve savunma düzenlerini kullanarak kendimi bir süre rahatla ta biliyorum
ve uzun süre akla uydurmaları ve savunma düzenlerini kullandığımda hiç bir işte
başarı sağlayamıyorum, belli bir süre sonra olaylara karşı duyarsızlaşma baş
gösterebiliyor da, kaygılarımı azaltmak diyorum ama kaygılarımın azalması sanki
benim irademin dışında olan bir şeylerin kontrolündeymiş gibi geliyor bazen
veya kaygıları azaltmak için kişinin kendisine karşı bilinçli bir etki
uygulaması gerekir, şunu dillendiririm aslında sağ solda insan kendi hayatına
yön verebilir, en basitinden öfkelendiğimde verdiğim cevaplar beni çok
yansıtmıyor, bir çok insan öfkelendiğinde öfkelendiğini bilir, ama öyle duygular
var ki aslında verdiği kararların bu duyguların altında iken verdiğini bilmez,
sadece kararlarımızı etkileyen duygularımız değil, yoksunluklarımızdırda.
Mesela, bir erkek varoluş gereksinmelerinden biri olan cinsellik ihtiyacını
yıllarca karşılayamamıştır ve bu kişiye bir kız ilgi gösterdiğinde bu kıza
hemen bağlanma şeklinde bir birliktelik gösterebiliyor, erkek kendi değerlerini
bir kenara atabiliyor, aslında erkek kızı sadece cinsel açıdan çekiçi buluyor
ve evlenme kararı alabiliyor, erkek evlilik gibi bir birlikteliğin
gerçekleşmesi için cinselliğin yeterli olmadığını bildiği halde, burada erkeğin
yaşadığı görülen bir yoksunluktur- temel ihtiyaçlarını (barınma, yemek)
karşılayamayan birine yoksul denir, yoksullukta yoksunluklardan biridir- ama bazı
yoksunlukların bu kadar kolay farkına varılamıyor, insan tüm yaşam
gereksinmelerine yanıt vermediğinde yoksunluklar yaşayabiliyor, ama insan kendi
kendine de yoksunluk yaratabiliyor.
Benim korktuğum ve kaygılandığım bazı
şeylerin bana bu şeylerden korkmam ve kaygılanmam gerektiği öğretilmiş olduğunu
fark ettim, insanlar isteklerini ve dediklerini yaptırmak için karşı tarafı
korkutarak yaptırmaya çalışır, beni korkutan kişi en çok neden korkuyor ve
kaygılanıyor ise benide isteklerini yaptırmak için onunla korkutuyor ve
kaygılandırıyor. Korkmam ve kaygılanmam gereken şeyleri bu kişi bana bilinçli
olarak öğretmiyor aslında. Bir örnek vereyim, evli bir kadın ve çocukları olan
biri, bu kişinin en çok korktuğu şey anne ve babasının ölmesi imiş -küçükken ve
olgunluk çağında iken de korkuyor-. Bu kadının çocukları olduğun da çocuklarına
bilinçsiz bir şekilde en çok korkmaları gereken şeyin "anne ve babasından
yoksun kalmaları" düşüncesini bilinçsiz bir şekilde öğretiyor. Anne kendi
isteklerini her yaptırmak istediğinde, çocuklarına kendini yok etmek/kendine zarar
vermek ile korkutur olmuş. Bu durum karşısında genç çocuk kendi istekleri ve
annesinin istekleri arasında kalır olmuş -çocuğa en çok korkması gereken şeyin
anne ve babasının yok olması ve zarar görmesi öğretilmiş idiya- genç çocuk
annesinin yok olmasına katlanamayacağı içinde senelerce annesinin isteklerini
yapmaya devam etmiş. Yıllar içinde çocuk kendini açık ceza evinde hissetmeye
başlamış -çünkü kıpırdayamaz olmuş bu durum karşısında- büyük çelişkilerden
sonra annesinin ve babasının yok olmasını göze almaya karar vermiş -bu
yollardan biri idi...-, bunu göze aldığında – yani, artık anne ve babasının yok
olmasından ve zarar görmesinden korkmamaya başladığında- annesi isteklerini
yaptırmak için kendi korktuğu şeyle genç çocuğu korkutarak isteklerini
yaptıramamaya başlamış. Genç çocuk işte o an açık ceza evinden çıkıp, kendi
düşüncelerini biriktirmeye -yani genç çocuk özgürlüğüne kavuşmuştur-
fikirlerini serbestçe baskı olmadan oluşturmaya başlamıştır. Özgürlüğüne
kavuşan genç; yoksun kalma pahasına, yalnız kalma pahasına, onu var eden
değerlerin yok olmasını göze almıştır – aslında korktuğumuz ve kaygılandığımız
bunlardır, korku ve kaygılarını yenmiştir -.
Yaşam gereksinmelerinden birisi insanın
kendini birşeyler yapabiliyor, işe yarıyor olarak görmesi, böyle göremediğinde
kendini bir hiç gibi hissetmeye başlıyor ve bu kişide kaygı yaratıyor.
İnsan hakkı olduğunu düşündüğü hayatın
birileri tarafından engellenmesine gelemez, insan engellendiğinde çoğunlukla
duygularında bozulmalar oluşuyor, algısı bozuluyor, artık görmek istediği gibi
bir hayatı görmeye başlıyor, olayları kendi görmek istediği gibi görüyor, en
kötüsüde ondan birşeylerin çalınmışlık, çıplak bırakılmışlık duygusu yaşıyor.
İnsan hem iç çatışmalar hem de dış etkenlerden dolayı, kendi kararlarını baskı
ve zorlama olmadan, kendi farkında olarak alamıyorsa bu kişi özgür değildir,
özgürlük gerçekleşmez ise bu kişide hayata karşı yıkıcı eylemleri göstermesine
neden oluyor. Aslında yıkıcı eylemde bulunarak kendini rahatlatmaya çalışıyor,
bu kişi paylaşma, affetme, karşı tarafın düşüncelerini dinleme, karşı tarafı
kendi ayakları üzerinde tutmaya çabalamaz, kendi kişiliğini yapay üstünlükler
üzerine kurmaya başlar, biz ve onlar ayrımını sık sık yapar, birde kendinin
elinden herşey hemen gidecekmiş duygusuna kapılır.
Akla uydurmaların ve savunma
mekanizmalarının karar verirken ki etkilerini daha iyi açmaya çalışayım,
zamanında karar verirken akla uydurmaları çokça yaptım, konuşmalarda ve
davranışlarımda da çeşitli savunma düzenlerini kullandım – yalan söyleme, olayı
yüceltme, abartma, küçümseme, değersizleştirme, genelleme, yansıtma, olayı
olumlu değerlendirme, çekingenlik, bence kekelemekte (kekeme uzmanı değilim,
farklı kekemelikler var, bende ki kekemeliği düşünüyorum.) bir savunma
mekanizması, güzel atasözleri vardır bu savunma düzenleri için, mesela kedi eremediği
ciğere mundar dermiş (küçümseme). Kişi benliğini kaygıdan ve korkudan
korumak için savunma düzenlerine başvurur. Çelişkili durumdan kurtulmak isteyen
bir kişi çeşitli yöntemlerle bu çelişkili durumu hafifletmeye çalışır, benliği
içinde bulunduğu duruma katlanamaz hale gelir ve çeşitli akla uydurmalara,
savunma düzenlerine başvurmaya başlar, çok basit bir misal vereyim,
sigara icipte sigara içmenin kötü olduğunu düşünen birini tanıdım ve
sigara içip içmeme arasında çelişki yaşıyordu bu çelişkiyi hafifletmek için,
sigara hakkında yazılmış çok küçük bir olumlu haberi alıp çok olumlu bir
habermiş gibi düşünmeye başlıyor, sigara içen kişi söyle diyordu, sigara
içenlerde ölüyor sigara içmeyenlerde gibi söylemler diyordu, yani bir
gün söylediğini birgün söylediği tutmaz, olayın bir tarafını görür bir
tarafını görmez, herhangi bir alanda bilgi edinileceği zaman o alanda daha önce
geliştirilmiş yöntemlerden yararlanılmadığı zamanlarda da insanların çoğu
olayın bir tarafını görür de, olayın o olgu içinde ne yer kapladığını bilemez
çoğu zaman, küçücük bir olay için koca sistemi eleştirmeye kalkar, güzel
atasözleri vardır bu olay için -bir pire için koca yorganı yakmış derler ya-
Akla uydurmaları yapmamak için bir bilgiyi alırken o bilgi alanındaki
yöntemin/metodun yol göstericiliğinden yararlanmalı dır, bilimsel araştırma
yöntemleri uygulanmalı dır diyeceğim ama bunların uygulanması yeterli
gelmiyor bana, bunları uygulamak için insanın kaygı ve korkularını azaltması
gerekli ve sonucunda iyi bir ruh hali içinde olur, belki ruh sağlığı yerinde
olan insan bu yöntemleri kendiliğinden yapabilir, ruh sağlığı yerinde insan
kaygıları ve korkuları az olan insandır, kaygıları ve korkuları az olan insan
daha az akla uydurmaları ve savunma düzenlerini kullanır, algısı daha
iyidir.
Seçim yaparken yaşadığımız kararsızlık
yüzünden de bir kaygı yaşarız - seçim kaygısı yaşadığım kaygıların başında
gelir kendisi :)-. Seçim yaparken iki nedenden dolayı kaygı yaşıyorum -birinci
nedenden dolayı pek yaşamıyorum artık-. Birinci neden başkalarının tutumunu
düşünmem, örneğin başkaları tarafından benim yaptığım hareketler nasıl
görülecek, beceriksiz olarak mı görüleceğim gibi, birde yapacağım kötü, hatalı,
zararlı davranışlardan sonra kendime olan güvenimi, saygınlığımı yitirme
endişesi - şimdi, her defasında hatalı, zararlı davranışımın farkına
vardığımda, daha sağlıklı kararlar verme umuduyla, bu hatalardan, zararlardan birşey
öğreniyorum, ve her defasında daha hatasız daha gerçekçi olmaya başlıyorum
hayatta, buda bana kendime güvenimi ve saygınlığımı yitirttirmiyor-
yaşadığımdan dolayı seçimlerimde çok zorlanıyordum. ikinci neden ise
normal gündelik karar vermeler değilde, kişiye göre uç seçimlerde, veya önemli
olarak görülen seçimlerde seçim yapmakta zorlanıyorum ve bu durum bende kaygı
yaratıyor -kaygının fiziksel belirtileri vardır (kişiye göre değişir, bende
sırt ağrısı ve göz seğirmesi oluyor) veya istemsiz olarak bazı fiziksel
hareketlerin yapılarak rahatlamaya çalışılmaktadır)- bu durumlarda insan
doğrulanmış bir yol arar, çoğu insan yolun doğruluğundan çok kaygısını
azaltacak bir yolu bulma peşindedir, bunun içinde çoğu insan çevrelerinden
buldukları örf ve adetleri, inançları, hayat anlayışlarını benimserler. Bunları
benimsemeyen kişi -sorguladıktan sonra belki bazılarını benimseyen-, böyle
durumlar kişide bir gerilim yaşatır ama bu gerilimin normal bir durum olduğunu
algılayan kişide gerilim yaratmamaya başlar.
Çoğu kişi değişimi sevmez değişim demek
belirsizlik demektedir, değişimin olmaması seçimin de olmaması demektir böylece
seçim kaygısı yaşamaz.
insan güven içinde olmak ister güven
içinde olmak için çabalar uğraşır, mesela güvende olmak için para biriktirmeye
(korkunun çok olduğu yerde artar), mal sahibi olmaya adar kendini.
Bir de insan yalnız kalmaktan
korkar. Yalnız kalmaktan korkmasının nedeni bence, İnsan toplum içinde kendini
tanıdığından (düşüncelerini toplum içinde sınayabilir ancak. Kişi düşüncelerini
eyleme nasıl geçiriyor: eyleme geçirirken nelerle karşılaştığında, hangi
duyguları etkili olduğunda eyleme geçirmekte zorlanıyor. Kişi duygularını
insanlarla ilişkiler kurduğunda öğrenebilir...) insan uzun süre yalnız
kaldığında, hayatla gerçekliğini kaybetmekten korkar, belkide kaygılanmaktadır.
İnsan karşısında konuşabileceği, kokusunu, tenine dokunabileceği birilerini
görmek ister. Yalnız kaldığında hayata karşı gerçekliğini yitirmekten
korktuğundan dolayı insan sahte birliktelikler geliştirebiliyor, ama sahte
birliktelikler insanları yalnızlıktan korurken insanın kendisine
yabancılaşmasına neden olabilir. İnsan kendini bir yere ait hissetmek ister,
bir yerde değer verildiğini görmek kişiye haz verir, kendini bir yerde
göstermek isteği vardır, kendini birilerine kabul ettirmek isteği vardır. Kişi
yalnızlık yaşamamak için çoğu zaman çoğu kişi doğru bilgi ile ilgilenmez,
onda yalnızlık duygusunu yaşatmayacak kişilerin bildiğine değer
verir, o yönde bilgi toplamaya çalışır, bilimsel bir bakış açısıyla belli bir
yöntemle toplamaz bilgiyi, ben çoğu insanın böyle davrandığını biliyorum, bir
olguya objektif bakış açısını sağlamayan insana bazen kızıyorum, benim
anlattıklarıma karşı bu durum yapıldığında daha fazla kızıyorum aslında, bu
durumları bilmek bende nasıl bir bakış açısı sağlıyor derseniz, her davranışın
altında bir nedenin yattığını biliyorum, her davranışın altında yatan nedeni
araştırmak bazen beni yoruyor, ama davranışların altında yatan nedenleri
anladığımda, çoğunlukla karşı tarafa o olay hakkında bir tepki koymanın, veya
benim öfkelenmemin bir işe yaramadığını biliyorum, bu davranışları
kişinin aşması için bazı düşüncelerin değişmesi, kaygıların ve korkuların
hafiflemesi gerekir, yoksunlukların giderilmesi gerektiğini, algının değişmesi
için çoğunlukla duyguların değişmesi gerektiğini biliyorum, bunların değişmesi
sonucunda kişide iyi bir bilgi işleyişi olabilir. Ama şunu söylemeliyim ki kişi
düşüncelerini bire bir uygulamaya aktaramayabiliyor. Ben de
bazen düşüncelerimi eyleme geçirirken bire bir düşüncemi eyleme
geçiremiyorum, öyleyse ben düşüncelerimi gerçek hayattın
içinde oluşturmuyor muyum, veya insan böyle birşeymi gibi bir soru aklıma
geliyor.
İnsan yaşamında bazı işlevsel olmayan
durumlar ortaya koyabilmekte – olay geçtikten sonra bile sanki bu olay devam
ediyormuş gibi davranmaya devam eder- işlevsel olmayan davranışlar tabi insan
ilişkileri olumsuz etkiler, yanlış değerlendirmelerde bulunabilir. Bende böyle
işlevsel durumların olabileceği hiç aklıma gelmezdi, ama başımdan şöyle bir
olay geçti bir keresinde, dedem bir hafta kadar akciğer kanserinden hastanede
yattı bende yanında yattım, ardından 14 gün kadar çok yoğun bakımda kaldı, ve
14 gün boyunca her gün hastaneden bir haber bekledik ve hergün hastaneye gittik
-kaygılı bir bekleyiş vardı- annemin telefonu her çaldığında bir tedirginlik
yaşadık -hastaneden dedemin durumu ile ilgili haber anneme veya yengeme
gelecekti-, ve dedemin ölüm haberini benim yanımda iken yengem aldı, ben hiç
ağlamadım ve katı bir şekilde şimdi ne yapmamız gerek diye düşündüm, dedemin
ölümünden sonra bir iki ay boyunca annemin telefonunun sesini duyduğumda,
kaygılı bekleyişteki tedirginliği yaklaşık olarak yaşadım. Bu durum bazı
kişilerde kalıcı olabiliyor, ikili ilişkilerde böyle durumlar olduğunda
ilişkileri olumsuz etkileyebiliyor.
Kendimde senelerce gözlemlediğim bir şey
oldu hemen bir konudan bıkma, konudan konuya atlama, konuyu bir alanla
sınırlandıramama, konuya odaklanamama odaklanmaya çalışırken başka düşüncelerin
kafama gelmesi idi, bunların altında yatan nedenlerin başında duygusal
yoksunluk, sorunlara çözümler üretememek ve belkide genetik eksiklikler var.
Bir kız çocuğu tanıyorum, ailesinde şöyle durumlar var, anne ve baba kavga
eder, kızın annesi ve birlikte oturdukları kaynana devamlı kavga eder, annenin
beklentilerinin gerçekleşmemesi ve kocasının karısına iyi davranmaması yüzünden
- anne kızının her hareketini öfkeyle, şiddetle engellemekte, kız çocuğunda üç
dört yıl aradan sonra şöyle birşey gözlemledim matematikte hesapların
yapılmasında zorluk yaşamaya başladı, okulda ki öğretmende çocuğun okulda
yoğunlaşmakta zorlandığını söylemiş anneye, çocuk duygusal yoksunluk yüzünden
kafası karışık dikkatini toplayamaz oldu. Hep içinde bilemediği bir
huzursuzluk, eksik kalma, tamamlanamamışlık yüzünden bir konuya dikkatini toplayamamakta,
aşağılandığından dolayı zamanla bu aşağılanmanın verdiği açı yüzünden
büyüklenmeye gidebiliyor, bu büyüklenme yüzünden ilişkilerinde empati kuramaz
oluyor, hep yapabildiği işten fazlasını yapma peşinde koşabiliyor insan.
Eşit ilişkilerin olmadığı yerde
-acımanın, cinsiyet ayrımının, sınıf ayrımının...- devamlı kavga ve gürültünün
olduğu, karşılıksız hiç bir işin yapılmadığı, toleransın sıfır olduğu,
kişilerin isteklerine değilde etrafın isteklerine önem verildiği, kişilerin
özel hayatlarının ulu orta serildiği -kişilerin kendi iç dünyalarıyla
hesaplaşmalarına izin verilmeden yıpratıldığı ortam- ve şiddetin yaşandığı
-sözel, duygusal, sosyal, fiziksel acıdan şiddetin yaşanması- bir ortamda sevgi
olmuyor. Sağlıklı olan bir sevgi kişiye güven verir - tedirginliğin hakim
olduğu ve güvensiz bir ortamda bulunan bir kişi güven sağlamak için sevgi
arayışına girebilir, ama bu çok sağlıklı bir karar değildir, genelde böyle
durumlarda verilen kararlar sonucunda oluşan ilişkiler pek sağlıklı olmuyor,
aşırı bağlanma şeklinde birliktelikler oluşabiliyor -sağlıklı birliktelikler
oluşması için bence kişilerin kaygı ve korkularının az olması gerek.
İhtiyaçlarını karşılayabilen, kendi ayakları üzerinde korkusuzca durabilen,
yaratıcı kişiler daha iyi birliktelikler kurabiliyorlar. Tedirgin ve güvensiz
ortamda bulunan kişiler, gözlemlediğim kadarıyla çevrenin kendilerini sevecek
şekilde davranmaya çalışıyorlar, aşırı bir ilgi ve sevgi beklerler-
Şöyle bir durum var sevildiğini hisseden
kişi kaybetme korkusunu az yaşar, bu kişi yanlış yapma telaşını daha az yaşar,
çünkü aid olduğu bir yer vardır o kişinin, aidlik hisseden kişi şunları
hisseder herhalde; birilerinin o kişiye değer verdiğini hisseder, onun varlığı
birileri tarafından önemsendiğini, benim varlığımdan ötürü birileri mutlu
oluyor, bu hayatın içinde bende bir yerlerde bir işe yarıyorum, yanlız değilim
gibi düşünceler içinde dir -bir kişi bir yere kendini aid hissetmek için, o
yere aid olması için istenen davranışları yapmaya başlayabilir, kişinin
edindiği bilgiler diyelim ki, kişiyi aidiyet hissettiği ortamın ortak
düşüncelerine, davranışlarına, inançlarına ters gelecek bilgiler ediniyor.
Bunun sonucunda bu kişi hiç bir kişi ve topluluk tarafından hiç benimsenmiyor
ve bunun sonucunda yanlız kalıyor, düşüncelerine, davranışlarına önem
verilmiyor diyelim, insan olmaktan dolayı bile bir değer görmüyor, böyle haller
içinde kalan kişi kendini iyi hissetmeye bilir, yanlızlık çeker ama bu kişi
hayatta doğruları ilke edinmiş ise yukarıdaki durumlar karşısında kendini kaygılı
ve huzursuz hissetmez. Aidiyet duygusu hisseden kişiler -veya ne pahasına
olursa olsun kendine doğruluğu ilke edinmiş kişiler- sorgulamaktan korkmaz,
soru sormayı iyi yapar, böyle olmayan kişiler daha az sorgular -sorgulama
yerine çoğunluğun dediğine uyum göstermeye çalışır-.
Umutsuzluğa değinmek istiyorum biraz,
umutsuzluk genelde beklentiler gerçekleşmediği zaman ortaya çıkan bir yok olma
duygusu, insanların birçoğu beklentilerini oluştururken kendi dışındaki birçok
değişkeni dikkate almadan kendi arzularına ve isteklerine göre gelecek zamanı
şekillendirmeye kalkıyor, adeta 'zamanı hapsetmeye' kalkıyor -şu olursa şu
olur-, olaylar zaman içinde değişiyor, kişiler zaman içinde değişiyor (birçok
anne ve baba yeni doğmuş çocukları hakkında bile gelecek ile ilgili bir çok
beklentiye giriyor, bir insan üzerinde beklentiye girmek kadar saçma bir şey
olamaz bence) ve bizim dışımızda gelişen bir çok olayıda kontrol altına almaya
çalışıyoruz, böyle beklenti oluşturulduğunda genelde beklentiler gerçekleşmiyor
ve sonucunda umutsuzluk yaşanmakta, umutsuzluk gelecek ile ilgili kaygılar
yaşamamıza neden olmaktadır. İstediğimiz, arzuladığımız, gerçekleştirmek
istediğimiz bir durum karşısında, elimizden geleni yapmak, yani elimizdeki
verilerle hareket etmesini öğrenmek gerek, sonuçlar benim eylemim ve bir çok
etkenin meydana gelmesi sonucu oluşur genelde, ben benim eylemimle ilgilenmeyi
öğrenmem gerek.
Duran Aydoğmuş
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder