Düşünmek
üzerine
Biz;
(Biz'i; ben, sen, o anlamında kullanıyorum)
Hayatımızı
çok bilinçli mi oluşturduk.
Düşüncelerimizi
deneysel, somut verilerlemi oluşturduk, yoksa duygusal bağlarlamı.
Düşüncelerimiz
üzerine düşünmeden oluşturulan bir hayat, hayat mı dır.
Düşüncelerimiz
üzerine niçin düşünmemiz gerektiğini hiç aklımıza getirdik
mi.
Düşüncelerimiz
üzerine düşündük mü.
Düşüncelerimizi
nasıl düşünmemiz gerektiğini düşündük mü.
Düşünce
sürecinin nasıl oluştuğunu düşündük mü.
Neyi
bilmediğimiz üzerine düşündük mü.
İnsan
düşünmekten kaçar mı.
İnsan
düşünme tembelliği eder mi.
İnsan
düşünme hataları yapar mı.
İnsanlar
çeşitli yollarla düşüncelerini oluştururlar. Bu düşünceleri
ikiye ayırabiliriz; Bulanık, açık olmayan düşüncelerle,
ayrımına varılmayan bilgilerle oluşturulan düşünceler. Açık
bir şekilde bilginin ayrımına varıp, iyi bir işlemden geçmiş
fikirlerdir. Ve bu iki durum sonucunda oluşan fikirleri de inanç
ağırlıklı (ideolojik, fanatizm şeklinde, tabular, mitler,
söylenceler) ve sorgulayan/eleştiren doğruyu arayan hayat
görüşleri şeklinde ayırabiliriz.
Ben
bu yazıda hayatta neyin iyi, neyin kötü olduğunu söylemiyeceğim.
Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu da söylemiyeçeğim. Ben
zaten iyi ve kötü ayrımını kesin olarak yapamıyorum, çünkü
iyi ve kötü ayrımını yapabilmem için insanı bilmeliyim/insanın
doğasını bilmeliyim diyorum, insanın tanımını yapmadan yapılan
iyi ve kötü ayrımları kişiye göredir.
Ben
bu yazıda şunları açmaya çalışacağım, Düşüncelerimiz
üzerine düşünüyor muyuz, düşünme ile bağlantılı kavramlar
nelerdir, düşüncenin önünde ki engeller nelerdir, ne zaman
düşüncelerimiz üzerine düşünmeye karar veririz. Mantıklı
düşünmenin bileşenleri nelerdir.
Düşüncelerimiz üzerine
düşünüyor muyuz,
Çoğu
kişi düşünceleri üzerine düşünmeden, düşünme süreçlerini
bilmeden, düşünce hatalarına düştüklerinin bile farkında
varmadan bazı hayat görüşleri oluşturuyorlar, veya
çevrelerindeki hayat görüşlerini benimseyerek, çevresine uyum
sağlıyorlar. Şunu görüyorum, insanlar çok kompleks bir konu
hakkında bile kestirme yollardan bir çıkarımda bulunabiliyorlar,
veya çok az/yetersiz bir kanıtla çok büyük bir çıkarımda
bulunabiliyorlar. Kendi düşünceleri üzerinde düşünmeyen
kişiler, bir başkasının düşüncesi üzerinde de düşünmezler,
kendi düşünceleri üzerinde düşünmeyen kişiler otorite gördüğü
kişiden bir şey aktarıldığında bu kişinin düşüncesini nasıl
oluşturduğuna bakmadan bu düşüncenin aynısını
alıyor/söylemeye balkıyor. Çoğu kişiye bu varsayıma çıkarıma
nasıl ulaştığını sorduğumda, illaki bana bir açıklama
yapıyor, şu şu nedenden dolayı, şöyle oluyor diyor, ama burada
şunu fark ediyorum ki çok ta mantıklı olmayan önemli/kritik bir
düşünce sürecinden geçirmeden, değerlendirmeye/harmanlanmadan,
tartışılmadan oluşmuş olmaları, bu çıkarımlara/varsayımlara
ulaşırlarken genelde kendi çevresinde destek gören, kendi
inancına ters gelmeyen, duygusal bağların devrede olduğu,
sonucu önceden belirlemiş ve kanıtları sonuca göre toplayan
kişiler olduklarını görüyorum. Ve bu gözlemimi genelleyerek,
insanların çoğunun böyle olduğunu idda ediyorum.
Yukarıdaki
ifadelerimi açıklamaya/açmaya çalışayım,
Çoğu
kişi düşüncelerini nasıl oluşturuyora bakalım,
Duygusal
anlamda etkilendiğimiz kişiler bizim düşüncelerimiz ve
kişiliklerimizin oluşmasında çok etkilidir. İhtiyaçlarımızı
en iyi karşılayan kişiye karşı duygusal bir yakınlık
hissederiz ve bu kişi çoğunlukla en yakınımızda ki kişi olur,
bu kişinin karakteristik/kişilik özelliklerini kendimize büyük
çoğunlukta alırız -bu kişinin davranışlarını gözlemleyerek,
olaylar karşısındaki tepkilerini görerek ediniriz- kişiliğimizin
büyük bir çoğunluğunu burada oluştururuz. İnançlarımız bu
yakın ilişkilerde oluşmaktadır. Bir çok yerden haber tarzında
bilgiler ediniriz, aileden, çevremizden, okuldan, gazetelerden,
televizyondan, bu edindiğimiz bilgiler üzerinde
eleştirel/kritik/önemli bir düşünüş şeklinde düşünmemiş
isek, bu bilgiler üzerindeki değerlendirmelerimiz rastegele olur
veya çoğunlukla duygusal anlamda beslendiğimiz kişilerin
değerlendirmeleri gibi, ve çocuk iken büyüme ortamının etkileri
altında kalarak düşünür ve ona göre karar verir çoğu kişi.
Çoğu
kişi ayrıntılı, detaylı düşünmekten kaçınıyor, düşünürken
çok kestirme yollar kullanıyorlarda, düşünce tembelliği
yapıyorlar -güçlü/otorite kişinin düşüncelerini sorgulamadan
onaylamak, düşünce tembelli yapar-. Düşünmekten de hoşlanmaz
birçok kişi, çevresindeki kişiler gibi davranmak daha cazip
gelir, düşündüğünde karşılaşaçağı sonuçlardan korkar,
kişiyi huzursuz edebileçeğini düşünür ve bu düşünceden
ötürü düşünmekten vazgecer.
İnsanlar
çok kaygılı olduklarında ve kabul etmek istemediği durumlarda
olayları normal zamana göre çok farklı düşünüp
değerlendiriyor, akla uydurmaları çok fazla yapıyor, bilişsel
çarpıtlamalara çok sık başvuruyor. Mesela çocuğunu aniden
kaybeden bir anne çocuğunun ölmediğine kendini ikna ediyor, bir
iki ay bu söylemi söylüyor, sonra benliğinin bu kaybı
kaldıraçağını hissettiğinde kabul ediyor. Normal düşünmeye
devam ediyor.
Ben
düşünme konusunda düşünen, kendi düşünceleri üzerinde
düşünmeye çalışan biri olarak görüyorum kendimi. Ben neyi
bilmediğimi biliyorum/bilmeye çalışıyorum, düşüncelerim
üzerine düşünmeye başlamış biriyim, eleştirel/kritik/önemli
düşünce aşamalarını biliyorum, sistematik düşünmenin nasıl
olması gerektiğini biliyorum. Ne zaman akla uydurmaları yaptığımı
bilebiliyorum, düşüncemin önündeki engelleri, düşünce
hatalarımın ne zaman olduğunu biliyorum.
Düşünme
üzerine bir yeterlilik kazanmadan önemli bir düşünmenin
olamayaçağını biliyorum , bu durumun farkına varmak gerek. Bir
kişi her hangi bir konu hakkında, bir birey olarak bir
değerlendirmeye ulaşabilmesi için, yeterli yeterliliğe
ulaşmalıdır. Doğru düzgün bir düşünce beceresine sahip
olduktan sonra herhangi bir konu üzerinde değerlendirmeye
gitmelidir. Denizde kayığın içine bırakılmış bir kişi kayığı
kullanma ve yüzme becerisini/yeterliliğini kazanmamışsa bu
kayığın içinde kurtarılmayı bekler, denize atlarsada boğulur –
Demokrasilerde oy kullananlar yönetim şekillerini ve oy kullandığı
siyasi partiyi iyi tanımalıdır, bilincsiz bir şekilde oy
kullanmak, kurtarılmayı beklemek gibi veya yüzmeyi bilmediğimiz
halde denize atlamak gibidir-.
Şimdi
düşünme ile ilgili olduğunu düşündüğüm bazı kavramlara
bakalım, bunları açmaya çalışayım.
Düşünmeyi
düşünürken, şu kavramlar üzerinde de düşünmem gerekti, bu
kavramlar, dürtü,
zihin,
bilgi, akıl, ve insanın doğası/yaratılışı üzerine de
durdum. Düşünmeye nasıl başlarız, düşüncelerimizi nasıl
oluştururuzu bu kavramları açınca anlaşılacaktır. Benim ne
dediğimin daha iyi anlaşılması için kavramları ve insan
doğası/yaratılışını açmaya çalışaçağım.
Dürtü,
bir bebek ilk doğduğunda anneyi emmeye çalışması, bir
ihtiyaç/gereksinim hissettiğinden ötürüdür, ama bu gereksinim
bilinçli bir gereksinim değildir, çoçuk daha ilk doğduğunda
emmeye başlar, ilk emmekten sonra ikinçi emmeye çocuk nasıl
başlar, açıkmanın ne demek olduğunu bilmez, çocuk aç kalmanın
sonuçlarını bilmez -bunlar hep sonradan öğreniliyor- ama içinden
birşeyse onu dürtmekte, bu dürtü ilk haldeki duruma dönmek
istemekte sanki, dengesi bozulmuşta dengeye gelmek istiyor sanki.
Ama bu dengeye gelme dürtüsü nasıl olmakta -ilk çocuk doğduğunda
hiçbir bilgiye sahip değildir ama bu dürtü nereden geliyor- dürtü
sonuçunda oluşan bir gereksinim, dengeye gelme durumu, zihnin ilk
oluşumunu şekillendirmeye başlıyor. Başka bir dürtüde, Birşeyi
tanımlama mı desem birşeye anlam verme dürtüsümü desem, çocuk
bir nesneyi tanımlamak istiyor, bebek başta herşeyi kendine
çekiyor -ben merkezli bir zihin var- sonra kendini yavaş yavaş
ayrıştırmaya başlıyor -anneden kendini ayrı görmeye başlıyor-
başta cansız nesnelerle canlı nesnelerin tam ayrımına varamaz,
cansız nesnelere canlı gibi özellikler yükler. Hep bir sefer önce
oluşturduğu, kafasında ki şemayı tamamlama ihtiyacı içinde
sanki, şemada bir eksiklik hissedir gibi. Bir başka dürtü ise,
Ergenliğe giren, zihinsel özürlü bir çocuk, düşünmeden,
aklını kullanmadan, cinsellik üzerine bir bilgisi de olmadan
birşeylerin dürtmesi ile bir cinsellik gereksinmesi doğuyor -öz
doyuma ulaşmaya çalışıyor-, bu gereksinme bu kişiyi düşünmeye
itmiyor veya zihinsel bir gelişmede sağlamıyor. Zihinsel gelişimi
tam olarak tamamlanan bir çocukta dürtüsel olarak oluşan
cinsellik ihtiyacı/gereksinmesi, bu gereksinme sonucunda kişi bu
gereksinmeyi giderme yollarına gitmek ister ve bu gereksinmeyi
gidermek için düşünmeye başlar -cinsellik ihtiyacı doduğunda
giderilmediğinde kişide bir rahatsızlık yaratmaya başlar, ilk
başta öz doyum yollarını dener çoğu kişi bu gereksinmeyi
gidermek için, bu gereksinme sadece o anlık giderilir, kişi ilk
doyumdan -ilk türtü oluştuğundan- sonra o gereksinmeyi doyuracak
eylemler içine girer, yani kişi dengeye gelmeye çalışır.
Zihin
kavramını açıklamaya çalışayım, zihin gelişen bir şey,
zihin geliştikce belli kavramlar anlaşılmaya başlanır, somut
nesnelerin diğer nesnelerle ilişkileri anlaşılmaya başlanır -0
ile 2 yaş arası çocuk kendini dış dünya ile ayıramaz, soyut
kavramları anlayamaz. 5 yaşlarında soyut kavramları somut
kavramlardan ayırt etmeye başlarız, 7 yaşlarında nesnelerin
diğer nesnelerle ilişkilerini anlamaya başlarız.- aşama aşama
nesneleri kendimizden ayrı görmeye başlarız, nesneleri canlı
veya başka bir şekilde değil oldukları gibi görmeye başlarız.
Zihin dışardan etki ile hasar görebilmekte, hasar gören zihin
farklı algı geliştirebilmekte.
Bilgi,
algılayana göre değişen, duyu organlarımız dışında birşeyle
algılanamayan, doğuştan itibaren oluşan, doğumdan önce var
olmayan. Dış dünyanın bize vermiş olduğu görselliğe, her bir
görselliğe bir takım isimler vererek ve bu isimlere özellikler
yükleyerek dış dünyanın ayrımına varma çabasındaki uğraşlar
bilgiyi üretirler. Bilgiyi üretme şekilleri/yöntemleri
farklılıklar göstermektedir. Aklımızda belli belirsiz bir şekil
ve diğer nesnelerle ilişkili birşey oluşuyorsa burada artık
bilgi oluşmaya başlamıştır diyebilir. Kişinin kafasında oluşan
her bilgi yeni bir bilgidir, bu bilgiye sahip diğer kişilerin
kafasındaki bilgiden bir nokta da farklıdır -Herkezin ürettiği
bilgi bir diğerinden birazda olsa ayrıdır, aynı tamınlarıda
verseler, canlılık, hissettiği yoğunluk bakımından farklıdır.-
Herkez kendi bilgisini oluşturuyor bir nevi- herkez kendi bilgisini
oluştursada bu bilgileri düzenli veya düzensiz,
deneyimleyerek/deneysel gözlemsel veya gözlemlemeden
duyusal/sezgisel olarak oluşturuyor.
Akıl.
Dürtülerin meydana çıkması ile zihin gelişiyor, zihin normal
bir gelişim gösterdiği sürece somut ve soyut bilgiler algılanmaya
başlanıyor, bu algılanan bilgiler, akıl tarafından
değerlendirmeye tutuluyor. Akıl düşüncenin nasıl
sonuclanacağını belirliyor.
Insan
doğası, insandan başka canlı olmasaydı, insan kendini nasıl
tanımlardı, insan kendini tanımlarken diğer diğer canlılar ile
arasındaki ayrıma vararak kendi tanımını yapmıştır. Şöyle
şeyler denir, geleçek nesillere bilgilerini/tecrübelerini aktarır,
insan en üstün varlıktır dünyada, diğer canlılardan
faklılaştığımız noktaları ortaya koymaya çalışırız
kendimizi tanımlarken. Ama insan kendini başka nasıl
tanımlayabilirdiki -hep bir nesneyi tanımlarken özelliklerini
sayarken diğer nesnelerden ayrıldığı noktaları ortaya koymaya
çalışmayız mı.- İnsan ilk nefes almaya başladığında hiç
bir bilgisi yoktur hayat ile ilgili hiç bir değeri/yargısı da
yoktur, büyüdükçe alışkanlıklar, değerler ve hayat ile
ilgili yargılara varmaya başlar. İnsan kendini bir yere ait olarak
görmek istiyor, diğer insanlarla birlikte bir toplumda olmak
istiyor, kendini değerli görmek, birşey yaratıyor/bir işe
yarıyor olarak görmek istiyor, insan kendini diğer insanlardan
farklı/ayrıcalıklı görmek istiyor, tanınmak, önemsenmek
istiyor. Kısaca insan anlaşılmak ve anlatmak istiyor, bu anlaşılma
ve anlatma işini çeşitli yollara başvurarak yapabiliyor, bazen
yıkarak, bazen yaparak kendini anlatabiliyor. İnsanın doğası
kaygıya pek yatkın değildir, tüm bu saydıklarımı
başaramadığında inanılmaz bir kaygıya düşüyor. Insan kaygıya
düşmemek için yukarıda saydıklarıma uyum sağlıyor, uyum
sağlayamayaçak bilgiler aldığında aklını kullanarak bu
bilgilerin bazılarını reddederek, görmezlikten gelerek veya
umursamayarak uyum sağlamayı deniyor, halk arasında şunu derler
ya çocuk babasından/çevresinden pek farklı olmaz anlamında
"Armut dipine düşer" evet çoğunlukla armut dibine
düşüyor. Kaygı ile ne kadar mücadele edebiliyorsak o kadar
serbest düşünebiliyor ve o kadar gerçekçi bilgi ile
ilgileniyoruz. Yukardaki tüm saydıklarımdan ne kadar soyutlanmış
isek vede kaygı ile mücadele edemediğimizde akıl inanılmaz
oyunlara girebiliyor, zihin yapısı hasar görebiliyor, ve olmadık
hayali düşünceler üretebiliyor.
Düşünmenin
üzerindeki engeller nelerdir,
Okumak
için okumak düşünce üzerinde bir engeldir, şöyle ki,
Kitap
okumak için kitap okuyan kişiler düşünmez, veya bir meslek
sahibi olayım diye üniversiteye gidip de okuyanlarda düşünmez,
kitap yazarının düşüncelerini takip eder sadece, takip ettiği
konu üzerinde daha önceden kendine sormuş olduğu sorular yoksa,
bu konu üzerinde daha sonra durmazda, bu kişi okuyarak pek iyi bir
işte yapmaz.
Düşünen
kişi devamlı sorular sorar kendine ve çevresine, mesela kişi bir
konu hakkında bir noktaya takılmıştır, bu takıldığı yerde
durup gözlemler yapar, neyi bilmediğini iyi bilmeye çalışır, bu
bilmediği yeri ondan önce bilenler varmı diye araştırır, bu
bilmediği konu hakkında çevresindeki kişilerden bu bilmediği
yeri bilenler varsa onlarla konuşarak bilmediği yer konusunda
yardım ister, kişinin çevresinde bu bilmediği yere yardım edecek
biri yoksa dünyada bu konu hakkında fikir yürütmüş kişileri
bulmaya çalışır ve bu konu hakkında fikir yürütmüş kişileri
bulup okursa bu kişinin okuması iyi bir okumadır. Ama bir konu
hakkında bir rahatsızlık bir belirsizlik duymadan, kendine bu konu
hakkında sorular sormadan okuma işine girişen kişilerde bu
okumalar kişi üzerinde bir zehir etkisi yapabilir -uykum gelsin
diye, zaman geçsin diye okunan hafif popiler roman tarzı kitaplar
yapmaz tabi-, nasıl zehir etkisi yapar, kafasına sadece bu yazarın
düşünceleri girer ama ezberi bir şekilde kalıp halinde kendine
alır -Okuyan kişinin oluşturmadığı, yazarın hayat tecrübeleri,
gözlemleri ve kendi yaşam bağlamı içinde oluşturduğu
düşüncelerdir- bu düşünceler kafaya yerleşirse ve bu yerleşen
düşünceleri sağ solda söylemeye kalkar ise bu kişi kendi
düşünceleri olmadığı için iyi bir şekilde karşı tarafa
aktaramaz da, okumuş olduğu yazarın düşünceleri kişinin kendi
hayatında da istediği bir etkiyi yapmaz. Sarhoş olmuş ortalıkta
dolanan kişiye benzer bu kişinin durumu ayılacaktır bir gün, ama
ayıldığında sarhoşkendi söylediklerini hatırlamayaçaktır-hangi
noktada ayılaçaktır-. Sersem sersem dolaşmıştır, kendi hayat
gerçekliğinden uzaklaşmıştır, okumuş olduğu kitaplardaki
yazarlar gibi konuşmaya kalkışmak sarhoşluktur.
Mantıklı
düşünme yöntemlerini bilmemesi, düşünceyi geliştirme
yöntemleri ile hiç tanışmaması ve ilgilendiği konu hakkında
yeterli bir kavramsal bilgiye sahip değilse düşünemez kişi.
Korku,
kaygı ve baskılar düşünmenin önünde bir engeldir, bir şeyden
korkmam gerektiğine inanmış isem, bu korktuğum şey üzerinde bir
sorgulama yapamam, sorgulanmayan şey üzerinde serbes bir düşünce
geliştirilemez, ançak onun isteklerine göre hareket edilebilir,
hareket tarzını da sorgulayamazsın. Korktuğumuz şeyler
düşüncemiz üzerinde bir engeldir. Kaygı duyduğumuzda
davranışlarımızı gerçekçi olmayan bir şekilde değiştiririz
-Savunma mekanizmalarına/düzenlerine başvurma durumu-
davranışlarımızı gerçekçi olmayaçak şekilde değiştirdiğimize
göre düşüncelerimizde bir düzensizlik oluştuğunu görebiliriz,
ben kaygılandığımda mantıklı olamayan düşünceler
geliştiriyorum, kendim hakkında değerlendirmelerim değişiklik
gösteriyor. Kaygı durumu kişinin düşüncesi önünde bir
engeldir. Dıştan bir baskı olabildiği gibi içtende kendimize bir
baskı uygularız, dıştan baskı durumunda şunu böyle yap bunu
böyle yap, kişinin her düşüncesine müdahale, kişinin her
hatasında hatasını düzeltme fırsatı vermeden hatasını ulu
orta yerde açıklamak da baskıdır. Iç baskıda ise kişi
kensinden yüksek beklentilere girer, şunu yapamadım şunu
yapmalıyım, şu niye olmadı, şunu yaparsam günah, şunu yaparsam
şu kişi neder, şunu yaparsam insanların gözünde nasıl
algılanırım, bu gibi söylemler içindeki kişi engellere takılmış
demektir. Düşüncelerini serbestce birikimli şekilde oluşturamaz.
Otoriteye
bağımlı bir kişi olarak yetişmek, ve otoritenin dışına
çıkamamak.
Katılaşmış
bir şekilde bir inanca bağlanmak, sadece inancının desteklediği
bilgileri almaya hevesli olan kişilerin bu tutumları düşümelerinin
önünde bir engeldir.
Çocukluğunda
yaşamış olduğu zorluklarda, kişinin mantıklı düşünmesinin
önünde engeldir. Şöyle ki. İnsan sağlıklı olduğu sürece,
kendi içsel gelişimini sürdürebiliyor, insan ilişkileri normal
oluyor, bunu normal bir süreç içinde yapabiliyor. Güvensiz
ortamlar sağlıklı ortamın oluşmasına engel olmakta. Bu güvensiz
ortam şöyle oluşmakta, insanın insan olmasından dolayı bazı
gereksinmeleri/ihtiyaçları vardır, bunlara cevap verilmediğinde,
bu güvensiz ortamın ortaya çıktığını düşünüyorum. Bu
gereksinmeler şöyle; Kişi değerli/dengede olduğunu hissetmek
ister, çocuk kendini anne ile özdeşleştirir belli bir yaşa
kadar, ve annesi dayak yiyorsa, anne bu dayak yemenin etkisiyle
çocuğuna gerekli emzirmeyi/ilgiyi veremez ise, çocuk yeterli
sütü/ilgiyi alamaz ise kendisinde bir dengesizlik/değersizlik
hisseder. Bu dengesizlik sonucunda çocuk emmek için ağlamaya
başlar ve isteğinin anlaşılmasını/karşılanmasını bekler.
İnsanlar bebeklikten itibaren kendini anlatmak ve anlaşılmak
ister/İnsan anlaşılarak ve kendini anlatarak
yaşamını sürdürmek istiyor. Anlaşılmak için başta çeşitli
işaretlerle bunu yapmaya girişir, anlatmak için kendisi gibi bir
canlıya ihtiyacı vardır -yalnızlığı bu yüzden sevmez-.
Anlaşıldığını bildiği yerde bulunmak istiyor ve anlaşıldığını
bildiği yerde gelişimini sürdürebiliyor. Hiç kimse tarafından
anlaşılmadığını (en uç sınırda) düşündüğünde onu tek
anlayan yere anne karnına geri dönmek istiyor. Anlaşıldığını
hissettiğinde kendini değerli görüyor. Bir yere aid hissediyor
kendini. Değerli gördüğü yerde kök salmak istiyor.
Anlaşılmadığında ve kendini anlatamadığında kendisiyle ve
çevresiyle ilişkileri bozulmaya başlar ve kişi kendi kendine
çeşitli oyunlara girişebiliyor/akıl sağlığı
bozuluyor. Çevresiyle ilişki içinde olmak ister/yalnızlık
istemez. Kişi kendini anlatamadığında ve anlaşılmadığını
hissettiğinde kişide belli belirsiz bir kaygı oluşuyor ve bu
kaygıdan kendi benliğini korumak için savunma mekanizmaları
geliştirmeye başlıyor ve ileriki yaşlardaki insan ilişkilerinde
algısı bozuluyor ve mantıklı düşünce sürecleri etkileniyor.
Duygusal/emosyonel bozukluklar başgösteriyor. Bu durum kişinin
mantıklı düşünmesi önünde bir engeldir.
Yaşamış
olduğu kötü deneyimler bazen kişide kalıcı duygusal bozulmalara
neden olabiliyor ve kişi bu kötü durumdan kurtulamadığında
düşüncesi de çok sağlıklı olamayabiliyor, bu durum düşünmenin
önünde bir engeldir.
Düşünce
hataları ve akla uydurmalar mantıklı düşünme önünde bir
engeldir,
Bu
hataları sıralarsam, genelleme, filtreleme, olayı kişiselleştirme,
akıl okuma/senaryolaştırma.
Bu
engeller ortadan kalktığında serbest bir şekilde düşünce
gelişmeye başlayabilir veya bu engellerin hiç olmadığı
kişilerde mantıklı ve serbes bir şekilde düşünebilmektedirler.
Tüm bu engellerin farkında kişi ne zaman varır, ve bu engelleri
aşma ihtiyaçını ne zaman hisseder. Düşüncelerimiz üzerinde
düşünmeye ne zaman gereksinim duyarız açaba ?
Çoğu
kişi kendini mutlu/değerli hissettiği bir yerde bulunuyor ve
kendini değerli hissettiren düşünceleri/yeri/kişilerin
doğruluğunu sorgulamıyor.
Fakat, hayatın
karmaşıklığını hisseden, çevresiyle çelişkilere düşen
kişi, uyum ve kendi içinde dengesizlik/değersizlik hissini
yaşayan, rahatsızlık duyan kişi, hayatını belli bir düzene
koymak ve çevresini anlamak/anlamlandırmak için olayları
incelemeye başlar, insan oğlu belirsizlikten hoşlanmaz, çevresini
anlamak ve kendini çevresindekilere anlatmak ister.
İnsanı
asıl düşünmeye, yoğun düşünceye iten veya intihara sürükleyen
bir süreci açmaya çalışaçağım, İnsanı bir düşüncesi
üzerinde ilerici/protest/devrimci/karşıt düşünmeye iten, o
davranışı/düşüncesi sonunda gördüğü zarardır, bir köleyi
efendisine başkaldırmaya iten ne ise, kişinin de kendisine verdiği
zarar sonucunda kendisine başkaldırışı aynı nedendir. Artık
son noktaya gelmiştir, artık o zararlar sonucunda uğradığı
kaygılar/başarısızlıklar/hep aynı yerde tepinmeler/ondan bu
durum içinde bulunmanın çok şeyleri götürdüğü hissinde, kişi
bu durumu aşması için cesaret edemediği şeyi aşacak cesareti
düşünmez artık, bu davranışı yapmadığında artık kendini
bir hiç gibi hissetmeye başlar işte bu noktaya gelen kişinin iki
yolu vardır, ya intihar ya da başkaldırı.
Şimdi
burada intihar ve başkaldırıyı açmalıyım.
İntihar
şöyle acayım, intihar hayatı sonlandırma şeklinde olabilir,
intihar bir olaya karşı verilen bir tepki şeklidir veya intiharı
şöylede düşünebiliriz, kendini avutacak sahte üstünlüklere/ün
arayışına girmek, hayatı kadere, tesadüflere bağlamak, kendini
oyalayacak şeylerle uğraşmaya çalışmak, bu durumu düşünememeye
çalışmak. Bu saydığım durumlarda kendi hayatını belirlemekten
vazgecer kişi bu da bir nevi intihardır.
Başkaldırıyı
ise şöyle açayım, Kişi ilk başta kendi durumundan rahatsızlık
duyar, kendine durumuna başkaldırır -kendini sorgular,
geçmişindeki düşüncelerini sorgular, kendi üzerinde analizler
yapar-. Hayatının anlamsızlığına karşı bir diyeçeği vardır
artık -Hayatı nasıl algılaması gerektiği üzerine düşünmeye
başlar, hayata nasıl bakmalı, hayatı gerçekçi şekilde nasıl
algılamak gerek üzerine düşünmeye başlar- Hayır artık yeter
der. İnsan doğumdan itibaren kelimelere verdiği anlamlar ile
edindiği bilgi birikimi ve gözlemler sonucunda kendi algı
dünyasını oluşturuyor, bu algı dünyasına göre olayları
değerlendirmeye başlıyor, algımıza göre gözlemlerimizi
değerlendirmekten vazgeçme hali vardır, sistematik/önemli düşünce
sonucunda ki gözlemlerimizle olayları değerlendirme vardır.
Hayır demeden önceki tüm dünyasına hayırdır, dünyası alt üst
olur artık, değer verdikleri artık değerli değildir, kişi neyi
nasıl değerlendireçeğini de bilemez artık, onu var eden
değerlere hayır der. Kısaca algı dünyasına hayır der kişi,
algı dünyasını nasıl oluşturduğu üzerine durur. Kavramlara
verdiği anlamları sorgulamaya, varsayımlar sonucunda yaptığı
çıkarsamaları sorgular, varsayımlarına bakmaya başlar.
Düşünsel olarak başkıldırıdır bu, artık kendi hayatını
kendi kuracaktır.
Şu
durumu merak ediyorum, bir erkek çocuk küçüklüğünde anne ve
babanın şiddet olaylarına tanık olmuş ve bu çocuğun daha küçük
yaşlarda anlamakta zorluk çektiği durumlarla karşılaşması
sonucunda güven eksikliği ve kaygı/titreme oluşmuş. Hemen onu
yargılayaçakları, kötüleyeçekleri düşüncesi oluşmuş. Güven
eksikliği sonucu kendini savunamaz durumuna düşmüş, yaşadığı
kaygı/titreme sonucunda da, kendi benliğini korumak için
-kaygıyı/titremeyi azaltmak için- savunma düzenleri
geliştirmiştir - bu çocuk 13 yaşlarında olmasına rağmen,
okulundaki sınıfında ve aile çevresindeki kişilerin yanında
hiçbir kelime konuşmuyor -ancak çok güven duyduğu kişilerin
yanında konuşuyor- ve kendisi şunu söylüyor ben de konuşmak
istiyorum ama içimde birşeyse konuşturmuyor beni diyor. Bu çocuk
benim yukarıdaki devrimci sorgulama dediğim sorgulamayı intiharı
seçmeyerek ne zaman protest/devrimci düşünceyi yapar. Benim
farkına vardığım gibi kendi durumunun farkına varırmı, veya
ben fark ettirebilirmiyim. Bilişsel olarak kendine müdahale
edebilirmi. Yeni düşünceleri ile yaptığı eylemler sonucunda
kendini iyileştirebilir mi ?. Ben şunu çok iyi biliyorum ki
nevrotik/evhamlı hastalarda kişiler istemedikleri/kendine mantıklı
gelmeyen davranışlar veya düşünceleri bile istemediği halde
kendini durduramıyor özellikle kaygı durumları yükseldiğinde.
Hanki
mantıklı sorular sayesinde, en sağlıklı düşünce kurulabilir.
Bir hayal dünyasına girmiş isek bu hayal dünyasından nasıl
çıkabiliriz.
Yazının
burasından sonra daha çok kritik/önemli/eleştirel düşünce
üzerinde duracağım.
Düşünceleri
üzerine düşünmeye başlayacak kişinin en başta karşılaştığı
en büyük engel, daha önce edindiği düşüncelerdir. Sonra
edindiği yeni düşünceleri hemen kabul etmesidir, nasıl
düşüneceğini bilmez -bilgi alma konusunda eski alışkanlıklarını
devam ettirir, bilgi almanın düşünmek olduğunu sanır, bilgi
yüklü olmanın düşünmek olduğunu sanır, düşünce
tembelliğini kolay atamaz, bir konu üzerine uzun süre odaklanamaz-
Düşünmek
bir süreçtir, düşünmek bir izi takip etmek gibidir, düşünmek
kelimelerle yer kapmaca oynamaktır, kelimelere anlamlar yükleyerek
bir konuya bütünsel bakma cabasıdır. Düşünmek kelimeleri
zincirleme şeklinde bir birine bağlamaktır. Düşünmek akla
uydurmaları yapmamaktır. Hiçbir inanca, ideolojiye, bir güce
bağlanmadan, kendi değerlerine bağlanmadan, Hiçbir şeye
bağımlılık göstermeden, neyi kaybedeceğini düşünmeden
serbestçe iz takip etmektir Bir düşünceyi oluştururken nelerden
etkilendim, etki altında kaldığım bi güç var mı, bu konu
hakkında elde ettiğim bilgilere nasıl ulaştım, bu düşüncemi
oluştururken eksik bıraktığım bir nokta var mı, çeşitli
bölümlerin bakış açılarıyla konuya yaklaştım mı. bu
düşüncemin temelinde hangi varsayımlar yatmakta, bu düşüncem
sonucunda hangi sonuçlara varırım, bu düşüncemi oluştururken bu
düşünceye alternatif düşünceler üzerinde hiçbir değerlendirme
yaptım mı, hangi bağlam içinde bu düşüncemi oluşturdum. Bu
düşüncemin oluşmasında etkili olan kavramlar üzerinde ne kadar
düşündüm.
Kendi
düşüncelerini oluşturmak, sıfırdan bir ev yapmaya benzer. Bir
ev yaparken ilk başta arsa araştırması yaparsın -bu düşüncemi
hangi zemine oturtayım, bu oluşturduğum zemin sağlam mıdır, bu
zemin üzerine düşüncelerini oluşturan kişilerin, bu
oluşturdukları düşünceleri sonuçları nasıl olmuştur. Mesela
bazı kişiler düşüncelerinin zeminine insanı alır. Bazıları
ise doğayı, bazıları ise başka şeyleri... ve bu zemin üzerinde
düşüncelerini oluşturmaya başlar-. Arsa yerini belirledikten
sonra, bu zemine uygun taş, çimento, demir, tuğla araştırmaya
başlar - kişinin fikirlerini oluşturacak gözlemlere girer, bu
bilgiyimi alsam diğer bilgiyemi yönelsem, bu bilgi buraya otururmu,
birinci el bilgimi yoksa, iyi elekten geçmemişmi, sağlamlığı
test edilmişmi, yoksa teorik bir bilgimi, hangi bilgi benim amacıma
en iyi ulaşmamı sağlar...- bunların araştırmasını yaptıktıtan
sonra bu malzemelere ulaşılabiliyorsa, evin yerleşim planını
yapmaya başlarız, tasarımını, kaç kat yapılaçağı,-Bir konu
hakkında araştırma yaparken bu araştırmamızı bir hipotez çerçevesinde, araştırma planını yaparız, araştırmanın sınırlarını çizeriz, nereye kadar açılacağız...- Malzemeler
hazır, planda hazır olduktan sonra artık malzemeleri harmanlayıp
plana göre binayı inşaa etmeye başlarız -sağlıklı bir zihin
ile ve sağlıklı mantık yürütmeler ile malzemeleri plana
uydurmaya başlarız- inşaat bittikten sonra iç düzgüye geceriz
-düşüncelerimize son şekli verme aşaması, düşünceleri
yeniden gözden geçirme, varılan sonuçların bizi neye
götüreçeğini düşünürüz.-
Ev
birçok aşamadan sonra tamamlandı, işte bu evi ben yaptım demek
var, evin yapılışının her aşamasında bulunduk, adeta
tırnaklarıya kuyu kazıldı. Bu evin her aşamasında bulunan kişi
için bu ev değerli olur -düşüncemizi kendimiz oluşturmuş isek,
bizim için hayatımızda o kadar yer kaplar, o kadar önemli ve
değerlidir- evimizi oluşturan tüm bileşenleri biliriz -kendi
düşüncemizi oluşturduk isek düşüncemizin tüm bileşenlerini
biliriz-.
Bir
kişi kendi düşüncesini oluşturmadığı halde, düşünürün
uzun süreçlerden sonra oluşturduğu çıkarımları alıp
söylemesi -beylik laflar etmesi- kişiye uzun sürede Bir şey
kazandırmadığı gibi onu daha da düşünce tembeli yapar -evin
Hiçbir aşamasında çalışmayan kişi, evi ben yaptım demesi gibi
bir şey, kendi hayatını değil bir başkasın hayatını yaşar.
Evi
kendi can güvenliğimiz için sağlam yapmak gerek, günlük
çıkarlar, bazı menfaatler uğruna evi çürük zemine yapmamak ve 9
şiddetinde depreme, tüm doğal afetlere dayanıklı yapmak gerek –
düşüncelerimiz ide en sağlam zemine oturtmaya bakmak gerek, günlük
çıkarlar uğruna girmemek gerek, düşünce tembelli yapmadan
düşüncelerimizi oluşturmak gerek. Bir düşünceyi bir çok
olasılık karşısında deneyerek oluştrumak gerek, yoksa dar bir
alanda deneyerek oluşturduğumuz düşünce diğer bir ortama
girdiğinde hemen çökmesin/9 şiddetinde depreme dayanıklı
olsun.- tabi şunu unutmamak gerek, geçmişte öyle sağlam
düşünceler çöküp git tiki, oluşturduğumuz düşünceleri de
körü körüne bağlı kalmamalıyız, bizim için ne kadar da değerli olsalar, çok tutarlı dediğimiz düşünceler üzerinde ki
düşünceleri bile zamanla düşünmeliyiz - ara ara eve bakım
gerek -
Duran Aydoğmuş