Sayfalar

24 Eylül 2011 Cumartesi

Bireysel ve Toplumsal abartma, duyarsızlık, şikayet yarışı, şiddet eylemi içindeki kişilikler, kitleler ve toplumlar ve bu durumların nedenleri üzerine alıntılarım


Bireysel ve Toplumsal abartma, duyarsızlık, şikayet yarışı, şiddet eylemindeki içindeki kişilikler, kitleler ve toplumlar ve bu durumların nedenleri. Benim bakış açımdan ortaya çıkan bir derleme oldu, düşüncelerim çercevesinde şekillendi alıntılar,
---

Büyük Filozof bizim Lâtin eğitimimizle hayat arasındaki gittikçe artan farklılığı görerek şu sonuca varıyor:
Küçüklük, çocukluk ve gençlik yaşlarına özgü öğretim ve eğitimin üç safhasında, kitaplar aracılığıyla sıralar üzerinde, nazari ve okul hazırlıkları yalnız sınav için, sınıf geçmek için, diploma almak için uzatılmış ve çoğaltılmıştır. En kötü araçlarla doğaya aykırı ve topluma zıt bir rejim, deneye dayalı öğrenim gecikmesiyle, gece yatılı hayatiyle, yapma idmanlar ve gereksiz şişirmelerle, zihin yormalarla devam etmiştir. Zamanı, yetişmiş bir adamın yapacağı görevleri dikkate almadan; biraz sonra gencin içine düşeceği maddi ve toplumsal çevreleri düşünmeden ve kendi nefsini savunmak, ayakta durabilmek için önceden hazırlamayı, silahlanmayı, olgunlaşmayı, gerektiren bir hayat kavgasını hesaba katmadan; bu türlü bir eğitim sistemi devam etmiştir. Bu en gerekli hazırlamayı, aklın, iradenin ve sinirlerin sağlamlığını kazandıran bilgileri bizim okullarımız öğrencilere veremiyor. Tam tersine genci gelecek için gerekli vasıflara sahip kılacağı yerde, bunlardan uzaklaştırıyor. Bu sebeple gencin geçim hayatına girmesi ve ameli faaliyet sahasında işe başlama siyle birlikte onun yaşamında zorlanmasına ve sendelemelerine yol açılmış oluyor. Bu hallerden ezilmiş ve uzun zaman kırgın bir durumda yaşayan genç için hayat sert ve tehlikeli bir sınav olur. Ruhsal ve zihinsel denge böyle bir sınavda bozulur ve bir daha da düzelememek tehlikesine düşer. Bu suretle birden bire tam bir hayal kırıklığı ortaya çıkmıştır, aldanmalar çoktur ve bu yanlış gidişlerin cezası fazla ağır olmuştur”(19)
Yukarıda açıklamalarımız bizi kitle psikolojisinden uzaklaştırmış mıdır? Elbette hayır. Kitlelerin ruhunda filizlenmiş ve yarın çiçek açacak olan düşünceleri, inançları anlamak için zeminin nasıl hazırlanmış olduğunu bilmemiz gerekir. Bir ülkede gençliğe verilen eğitimin şekli, o ülkenin kaderini önceden görmemizi sağlar. Bugünün nesline verilen öğretim ve eğitim en karamsar tahminleri doğrulamaktadır. Kitlelerin ruhu kısmen eğitim ve öğretim ile iyileşir veya bozulur. Ancak, şimdiki sistemin kitle ruhunu nasıl vücuda getirdiğini, ona nasıl şekil verdiğini kayıtsızlar ve tarafsızlar kitlesinin yavaş yavaş, ham hayalciler ve nutuk atıcılar tarafından yapılan bütün telkinlerin ardı sıra gitmeğe hazır büyük bir mutsuzlar ordusu durumuna geldiğini göstermek lâzımdır. Bugünkü okul, mutsuzlar ve anarşistler yetiştiriyor ve Lâtin kavimleri için çöküş saatlerini hazırlıyor. (sayfa 79 - 81)
  1. Tain, Le regime moderne, II. 1892 – Bu satırlar Tain'in yazdığı satırların aşağı yukarı sonuncusudur. Uzun deneyimlerinin sonuçlarını hayrete değer şekilde kısaca özetlemiştir. Bir milletin ruhu üzerine biraz tesir edebilmek için eğitim temel aracımızdır. Şimdiki öğretim ve eğitim tarzımızın ne zaman bir çökme unsuru olduğunu Fransa'da anlamaya başlayacak hemen hiç kimsenin bulunmaması ne kadar derin hayret veren bir haldir. Bu öğretim usulu gençliği yükseltecek yerde alçaltıyor ve bozuyor
Alıntı:
Kitleler Psikolojisi (yazar:Gustave Le Bon – 1841 doğdu 1931 öldü - , çeviren: Hasan İlhan, Alter yayıncılık, 2009)

---

Kitle insanını bize ruhsal sığlığı, zihinsel durgunluğuyla birey olarak betimler. Ardından bakış açısı genele doğru genişler, kitle insanının toplumsal öbek olarak ortak psikolojik özelliklerini belirler: Bir yaşam tasarımından ve kendini aşma yetisinden yoksunluğunu, derin bilgiye olan küçümsemesini, hiçbir üst kurum, hiçbir üstün değer tanımayışını. Kendisine dayatılmış olan kabataslak kavramların ötesine gidemeyen, daha beteri, gitme dileğinde olmayan, irdeleme gereksinimi duymayan, sorunsallığın varlığından habersiz, "tek boyutlu adamdır o. başkalarına hak vermeyeni ya da kendisine hak verilmesini istiyor değildir, düpedüz kendi görüşlerini başkalarına dayatmaya kararlıdır. Eski Yunan ve Roma temelinden gelen iki bir beş yüz yıllık Avrupa Kültürünü göz önünde tutan Ortega'nın gözünde günün kitle insanı "uygarlık tarihinin sahnesine kulislerinden süzülerek çıkmış bir ilkel adamdır":
"Şimdilerde ortalığa hakim olan vasat insanın uygarlaşma sürecini kendi başına taşıyabileceğini düşünmek hayalperestlik olur. Salt bugünkü uygarlığı koruma süreci son derece karmaşık bir iş ve sayılamayacak çok incelik gerektirmekte. Bu vasat insan onunla baş edemez, uygarlığın sunduğu birçok aygıtı kullanmayı öğrenmiş gerçi, ama doğasının özelliği uygarlığın ilkelerinden kökten habersiz oluşudur."
Hiçbir devirde olmadığı oranda güçlü bir kitle ile karşı karşıya bulunuyoruz, n'eyleyim ki, o kitle geleneksel kitleden farklı olarak kendi çerçevesine sıkışıp kalmış, hiçbir şeye, hiç kimseye hayrı dokunacak durumda değil kendi kendine yeterli olduğunu sanıyor, dik kafalı bir insan yığını."
"Toplumların yönetimini öyle bir insan türü ele geçirmiş bulunuyor ki, uygarlık ilkelerine karşı herhangi bir ilgisi yok. Oyalayıcı nesnelere, otomobillere ve benzeri birkaç şeye karşı ilgisi var. Ancak bu da uygarlıkla hiç mi hiç ilgisi olmadığını doğruluyor, çünkü o nesneler uygarlığın yalnızca ürünleridirler.

"Avrupa uluslarının önünde, iç yaşamlarında büyük zorluklarla, ekonomik, hukuksal ve kamu düzeni açısından sorunlarla dolu bir dönem var. Kitlelerin hâkimiyeti altında, Devletin bireyin, grubun özgürlüğünü ezerek, geleceği hepten tüketmesinden korkmayalım da ne yapalım?"

Alıntı:
Üsteki yazıyı sunuş kısmında aktaran Neyyire Gül Işık.
Jose Ortega y Gasset
'in Kitlelerin Ayaklanması, kitabından. (yazar kitlelerin ayaklanmasına 1927 yıllarında başlamış galiba makale tarzında yazılara sonra yazıyı geliştirmiş.)

-----


A
raştırmada öğrencilerin yüksek not alma değerlerinin önemi azaldıkça fonksiyonelolmayan tutumlarının arttığı; para, öğretmen ilgisi, dini inanç ve kendi iyiliği ve geleceği değerlerinin önem derecesi yükseldikçe fonksiyonelolmayan tutumlarının arttığı görülmektedir. Araştırma bulguları ıŞığı altında, toplumun cinsiyet rollerinin değerlerin belirlenmesinde egemen olduğu görülmektedir. Kızların değerlerine bakıldığında kişilerarası ilişkilere dayalı değerler olmakta, erkeklerin ise değerlerinin kendilerinin dışında gelişen olgularla ilgili olmaktadır. Öğrencilerin benlik algısının oluşmasında kendi gizil güçlerini dikkate almak yerine başkalarının onay ve desteğini alarak benlik algısı oluşturmaya kalkması üniversite öğrencilerinin içinde bulundukları gençlik döneminin kişiliğin oluşumunda oynadığı rollerden kaynaklanmaktadır. Ancak, araştırma sonucu bireyin düşüncelerinin kendi dışındaki faktörler tarafından ağırlıklı olarak belirlendiğini, bu faktörlerin, fonksiyonelolmayan tutum veya düşüncelerin oluşmasında önemli rol oynadığını göstermektedir. Ülkemizin eğitim sisteminin dış denetim odaklı bireyler  yetiştirmek üzerine kurulu yaklaşımının da öğrencilerin fonksiyonelolmayan tutumlar geliştirmelerine neden olduğu düşünülebilir. Fonksiyonelolmayan tutumların  sorgulanmadan, gerçekmiş gibi kabul edilmeleri ve dogmatik, mutlakiyetçi özellik göstermesi eğitim sistemimizin yetiştirdiği insan modeliyle benzerlik göstermektedir. . Eleştirel düşünmenin öğretim etkinliklerinde kullanılmaması öğrencilerin işlevsel olmaya düşünceleri kolaylıkla benimsemelerine neden olmuş olabilir.

Alıntı:
Üniversite Öğrencilerinin değerlerinin ve fonnksiyonel tutumlarının bazı değişkenler açısından irdelenmesi.
Yrd. Doç. Dr. Mehmet BİLGİN Ç.Ü. Eğitim Fakültesi Psikolojik Danışma ve Rehberlik A.B.D


Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Ders Kitapları

Çağdaş eğitim, akılcı, bağımsız, sorgulamacı ve eleştirici düşünce yoluyla doğruyu arama anlayışına dayanır. Din kurumu ise her türlü tartışma ve sorgulamanın dışında kalan, katı bir inanç sistemi, kesin ve değişmez doğrular önermektedir. Böylece çağdaş laik okulla din arasında, hem anlayış hem öğretim yöntemi olarak açık bir çelişki bulunmaktadır. Bu bakımdan, ..Din Kültürü ve AhlAk Bilgisi" yaftası altında okullarımızda verdirdiğimiz <Müslümanlık' derslerinin kitaplarını da, biçimsel bir çerçeve içinde incelemek olanaksız görünüyor. Başka ders kitaplarına uyguladığımız ölçütler, bu kitapları eleştirmek için yetersiz kalacaklardır. Fiziksel yapılan dışında, bu kitapları, konunun getirdiği kendi özel ölçütleri çerçevesinde gözden geçirmek zorunda kalıyoruz.
Bu ders için uygun görülen ve açıkça "Sünni Müslümanlık, adı kullanılmadığı için seçilmiş bulunan <Din kültürü ve Ahlak" adı yanıltıcıdır. "Din Kültürü> adına, ilkokuldan başlayarak lise son sınıfa kadar hiçbir kitapta, din sözcüğünün kökeni, başka dillerdeki karşılığı, din kurumunun ortaya çıkışı, tek tanrılı dinler öncesindeki durum konularında açıklama yapılmamaktadır.

Alıntı:
(Prof. Dr. Jale Baysal, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Öğretim üyesi.)


---

Mezhep Kavramı ve Mezheplerin Doğuş sebepleri.
İslâm tarihi boyunca ortaya çıkan her mezhep, kendisinin, İslâm’ın en iyi temsil eden, en doğru, en sahih mezhep olduğunu iddia etmiştir. İnsanlar, kendi mezheplerini ön plana çıkartabilmek için, diğer mezhepleri kötülemek ihtiyacı hissetmişlerdir. Öyle ki, mezheplerin pek çoğunun lehinde ve aleyhinde hadisler uydurulmuştur. Her mezhebin mensupları, kendi mezheplerinin hak (doğru, gerçek, sahih) mezhep, diğer mezheplerin de bâtıl (gerçeğe uymayan, doğru ve sahih olmayan) mezhep olduğuna inanmışlardır.
Her mezhebin, Kur'ân'a uygun olan ve uygun olmayan görüş ve düşüncelerinin olması her zaman imkân dahilindedir. Çünkü, bütün mezhepler insan ürünü olan oluşumlardır.

*Halen Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’inde İslâm Mezhepleri Tarihi Anabilim Dalı başkanlığını yürütmekte ve İslâm Mezhepleri Tarihi ve Günümüz İslâm Dünyâsında Dinî Akımlar derslerini okutmaktadır.

---

Her şeyden önce komplo teorileri toplumsal ve siyasi olayları incelerken çok-nedenli (multi-causal) bir analize, farklı bakış açılarına açık birçok yönlülüğe ve eleştirelliğe izin vermezler. Herşeyin nedeni bellidir ve tektir. Castillon, “komplo teorileri yazan kişilerin sorunu hiçbir zaman haklı olmamaları değil, haklı oldukları zaman bile karmakarışık bir dünyayı tek bir boyuta indirme huylarıdır” der (2007: 324)
Metodolojik bir çerçeve içinde kurulan bir argüman ve beraberinde gelen eleştirel bir akıl yürütmeden söz etmemiz mümkün değildir. Sayısal ‘gerçeklikle’ uğraşmak bilimselliğin bir nevi somut kanıtı gibidir.


Chomsky’e göre komplo zihniyetine karşı kullanılacak en önemli metod kurumsal analiz yapabilmek, modern, kapitalist kurumların (şirket, devlet, medya organları vs.) çalışma mekanizmalarını ve birbirleriyle olan ilişkiler ağını çözebilmek, anlayabilmektir (1995). Bu aynı zamanda problemin kişiler veya çok ufak ölçekli gruplarla değil kurumların yapısıyla ilgili olduğunu anlamak demektir. Fakat bunun yanında özellikle ‘ulusal kriz’ zamanlarında ‘farklı olandan korkma’, ‘linç kültürü’, ‘tarihsel önyargıların tekrar ısıtılması’ ve ‘azınlık düşmanlığı’ gibi faşizme kayan özellikler ortaya çıktığında ‘çatlak’ sesler pek duyulmaz, duyulmadan bastırılır.


Alıntı:
Kerem Karaosmanoğlu (Yıldız Teknik Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü, Öğretim Görevlisi Dr.)

---

Saldırgan davranışlar, şiddet eylemleri, kargaşa, terör insanlara bedensel, ruhsal ve toplumsal olarak zarar veren etkenlerin başında yer alır.
Bu tip zararlı etkenlerden kurtulmak için insan, bir ucunda kaçma, bir ucunda savaşma bulunan geniş bir yelpaze içinde yer alan davranış kalıplarını kullanır. kalıplar arasında doğru, gerçekçi ve geçerli seçim yapmak, insanın kişilik yapısına, bilgisine, deneyimine, görgüsüne, kültürüne, toplumsal durumuna ve rolüne göre değişir.
Toplumsal zararlı etkilerin yol açtığı kızgınlık, kaygı, korku gibi eylem veren duygu durumumdan kurtulmak için akla uyurma, bastırma, gerileme, duygu yalıtımı, düşlem, soyutlama, yadsıma (inkâr), yansıtma gibi savunam düzenleri kullanan insanlar gerçeklerden kaçarak duyarsız, tepkisiz duruma gelirler. Buna karşılı, dışlaştırma, karşı saldırı, kötüleme, saplantı, takıntı, yön değiştirme gibi savunma düzenlerini kullanan insanlar da saldırgan davranışlar ve şiddet eylemlerine başvururlar.

Gençlik çağına özgü ruhsal yapısı ve engellerin aşılmasında, sorunların çözülmesinde <burada, hemen, tümüyle> biçiminde özetlenebilecek dürtüsel (impısive), saldırgan davranışları, alkol ve madde altkültürüne katılmasında önemli rol oynar. başka bir deyişle, genç engelleri, sorunları o anda bireysel açıdan, gerçekdışı düşünce içinde değerlendirir. bu yüzden, kaygı, korku ve öfke düzeyi yükselir. genç ya olumsuz duyguların yarattığı huzursuzluk ve tedirginlikten kurtulmak ya da bu olumsuz duyguları başkalarıyla paylaşmak için alkol madde altkültürü içine giderbilir.
Bağımlılığa yakın kişilik yapısı olanlar dürtülerinden, içgüdülerinden, kaynaklanan davranışları bastıramazlar, denetleyemezler, engelleyemezler, erteleyemezler


Alıntı:
Prof.Dr. Özcan Köknel'in,
Bireysel ve Toplumsal Şiddet, kitabından.

---
Zorla(n)ma ve yoksun bırak(ıl)ma, narsistin yaşadığı ve yaşattıklarının ana dokusunu oluşturur. Çoğu kez yıkıcı eylemlerinin hedefi, kendisinden yaş ve mesleki olarak alt kademede olan insanlardır. Bu davranışı, ebeveynin baskıcı tu- tumunun sadistik üst benliğine katılıp, güncel yaşamında benzer bir yön izlediğini gösterir.

Alıntı:
Narsisistik Kişilik Bozukluğu: Gelişim Süreçleri ve Yaşamı      Erol OZAN* - İsmet KIRKPINAR* - Nazan AYDIN* - Tülin FİDAN** - Meltem ORAL*
* Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı       ** Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Anabilim Dalı

---
Narsisist bağlılığın en tehlikeli sonucu akılsal yargıların çarpıtılmasıdır. Narsisist bağlılığın nesnesi, nesnel değer yargılarına vurularak değil benim bir parçam olduğu ya da benim olduğu için değerli (iyi, güzel, akıllı, vb.) sayılır. Narsisist değer yargısı, önyargılı ve yantutucudur.. Bu önyargı çoğunlukla şu ya da bu biçimde akla uydurulur.
Hastalıklı narsisizmdeyse narsisizmin nesnesi kişinin yaptığı ya da ürettiği bir şey değil sahipolduğu bir şeydir; örneğin bedeni, dış görünüşü, sağlığı, zenginliği vb. Bu tür narsisizmin hastalıklı oluşu burada tehlikesiz narsisizmde gördüğümüz denetleyici öğenin bulunmamasındandır. Başardığım bir şeyden ötürü değil de sahipolduğum bir nitelikten ötürü "büyük" sem o zaman, hiç kimseyle, hiçbir şeyle ilgilenmem, hiç bir çaba  göstermem gerekmez. Büyüklüğümü sürdürebilmek için kendimi gerçeklikten gitgide daha çok soyutlarım; tehlikeden daha iyi korunabilmek için kendime hayranlığımı daha da artırmak zorunda kalırım; öyle ki sonunda boş hayallerimin ürünü olarak kendine hayran olacak biçimde şişirilmiş bir Ben çıkar ortaya. Bu yüzden hastalıklı narsisizm kendi kendine sınır koymaz; sonuç olarak ilkel bir biçimde korkar. Başarmayı öğrenen kişi başkalarının da aynı şeyleri aynı yollarla başardığını bilir - narsisizmi yüzünden kendi başarılarının başkalarınınkinden üstün olduğuna insansa bile böyledir bu. Hiçbir şey başarmamış kişi başkalarının başarılarını değerlendirmekten çok uzaktır; bu yüzden de narsisit kendini beğenmişliği içinde gün geçtikçe daha çok gmülerek kendini çevresinden koparmaya, böylece herkesten soyutlamaya itilecektir.
Aşağıdaki tartışmanın özü kişisel narsisimin topluluk narsisizmine dönüşmesi olacaktır. topluluk narsisizmin biyolojik işlevine koşut olduğunu belirterek başlayabiliriz işe. Varlığını sürdürmek isteyen örgütlü bir topluluk açısından üyelerin narsisist enerjiyle yüklenmesi gereklidir. Topluluğun ayakta kalabilmesi, topluluk üyelerinin buna kendi yaşamları ölçüsünde, giderek yaşamlarından çok önem vermeleriyle sağlanır; dahası, o topluluğun üyeleri kendi topluluklarının öteki topluluklardan daha erdemli, daha üstün olduğuna inandırılmalıdırlar. Bu tür narsisist birikim olmazsa topluluğun ayakta kalmasını sağlayan gerekli enerji ya da topluluk uğruna yapılan özveriler büyük ölçüde azalır.
Topluluk narsissizmini yaratan öğeler arasında bireysel narsisizmle ilgili olarak ele aldığımız benzer olguları bulabiliriz. burada da narsisizmin tehlikesiz ve hastalıklı türleri arasında ayrım gözetebiliriz. Topluluk narsisizminin nesnesi herhangi bir şeyin başarılmasıysa, yukarıda incelenen diyalektik süreç aynıla yer alır. Yaratıcı bir şey başarma gereksinmesi topluluk tekbenciliğinin yarattığı dar çemberin kırılmasını, ilginin başarılmak istenen amaca yöneltilmesini zorunlu kılar. (Bir topluluğun amaçladığı başarı toprak ele geçirmekse gerçekten üretici bir çabanın getirdiği yararlı etki büyük ölçüde yok olaçaktır.) Öte yandan topluluk narsisizmin nesnesi topluluğun kendisi, görkemliliği, geçmişteki başarıları, üyelerinin bedensel sağlamlığıysa o zaman yukarıda sözü edilen karşıt eğilimler gelişmeyecek narsisist eğilimle bunun getirdiği tehlikeler gittikçe artacaktır. elbette gerçek yaşamda bu iki öğe çoğu zaman birbirine karışmış olarak görülür.
Topluluk narsisizminin şimdiye dek ele almadığımız başka bir toplumsal işlevi daha vardır. bir toplum, üyelerinin çoğunu ya da büyük bir kesimini yeterince besleyemiyorsa, toplumsal huzursuzluğu önleyebilmek için hastalıklı bir narsisizmle doyum sağlamak zorundadır onlara. Ekonomik ve kültürel açıdan yoksul olan insanlar için o topluluğun bir üyesi olmanın verdiği narsisit kıvanç tek - ve çoğu zaman çok etkili - bir doyum kaynağıdır. Yaşam kendilerine "ilginç" bir şey getirmediği, ilgilerini geliştirecek olanakları sağlayamadığı için bu insanlar aşırı bir narsisizm geliştirebilirler. bu olgunun en iyi örnekleri son yıllarda Hitler Almanya'sında, bügün de Amerika'nın Güney'inde görülen ırksal narsisizmdir. Her iki örnekte de ırksal üstünlük duygusunun özü aşağı orta sınıftan kaynaklanmıştır.


Alıntı:
Erich Fromm'un Sevginin ve Şiddetin Kaynağı, kitabından.
Dikkatli baktığımızda, çevremizin şikayet yarışçılarıyla dolu olduğunu görürüz. Öyle bir yarıştır ki bu, galip geldiğini sananların aslında yaptığı, ne denli güçsüz ve işe yaramaz olduklarını, hem kendilerine hem de çevrelerine kanıtlamaktır.
Elbette şikayet yarışına katılmayanlar da var; kimsenin dikkatini çekmeyen ve yapacak çok şeyleri olan bu insanların gerçeğe koşulsuz saygısı vardır. Gerçeği bilmek, kabullenmek ve ona göre hareket etmek onlar için vazgeçilmez bir önkoşuldur.
Abartmayan, yalan söylemeyen, alçakgönüllü ve hoşgörülü bu insanlar, kişisel bütünlük içinde yaşama hizmet etmekten mutluluk duyar. Aslında yaşıyor olmanın da bir sorumluluğudur yaşama hizmet etmek. Onları bilmeyiz, duymayız ama toplum akıl sağlığını ve dengesini onlar sayesinde korur. Onlar, gizli kahramanlardır.


Alıntı:Onlar Benim Kahramanım,Kitabının arka kapağında yer alan yazı.
--

(Arif Okurer Doğan Cüceloğluna diyor)
Bir kitabınızda şöyle bir düşünce ifade etmiştiniz: “Ülkedeki tüm ekonomik, yasal, siyasal koşullar aynı kalsa, ama kişisel bütünlük bizim insanımızın hayatına yaşayan bir değer olarak girse, ülkenin sorunlarının yüzde yetmişinden çoğu sorun olmaktan çıkar.”

Eğer insan gerçekleri söylemeyip, hiçbir şey yokmuş gibi davranırsa, ilişki gerçekten çöplüğe dönüşür. Kişisel bütünlük şimdi ve buraya dönük olabilir. Yani kişi şu anda nelerdüşündüğünü ve hissettiğiini olduğu gibi söyleyebilir. Bu süregiden bir dürüstlük ve cesaret ister. Böyle bir tutum içinde ilişki hiçbir zaman çöplüğe dönüşmez.-
Korku nedeniyle, ya da bir menfaat temin etmek nedeniyle veya başka bir nedenle, Arif Okurer olmayı bırakır, bir başkası imiş gibi algılar, düşünür ve davranırsam, o zaman çelişki ilkesine karşı geliyorum demektir. Yani, 'aynı zamanda hem A, hem de A değil olmaz'. İlkesini ihlal ediyorum. Bir insan aynı zamanda ve aynı boyutta hem kendisi, hem de bir başkası olamaz. Eğer, bu ilkeyi ihlal edersem kişisel bütünlük içinde olmuyorum demektir, ve zaman içinde özdeşimimi kaybederim.

Alıntı:
Doğan Cüceloğlu'nun
 Savaşçı, kitabından
---
Kötü, zararlı saldırganlık ve şiddet eylemleri, insanın zihinsel işlevlerinin ürünü olup, kızgınlık, öfke, kin, nefret, düşmanlık duygularıyla beslenen bir tutkudur. Bu tutku, kuşaklar boyu sürüp gelen eksik, hatalı, çirkin, kötü örneklerin insanlığın ortak bilincinde yer almasından kaynaklanmaktadır.
Beslenme, korunma gibi temel fizyolojik gereksinmeler yanında güven, ilgi, sevgi, saygınlık, özgürlük, yaratıcılık, üreticilik gibi ruhsal, toplumsal gereksinimlere doyum bulamayan insanlar, bu tutkuyu daha kolayca benimserler.


Düşünce özgürlüğüne sorumluluk anlayışı getirmek
Düşünce özgürlüğü” çağdaş insanın ve insanlığı ortak kavramı olup, düşünmek ve doğru karar verebilmek için kaynağı ne olursa olsun sadece bilgi sahibi olmak yeterli değildir. Bilginin bilimsel davranış ve tutum içinde, artniyet ve önyargıdan uzak; inançlardan arınmış, çabuk, kısa, kolay yoldan sonuca ulaşmaktan kaçınan, gerçekçi, nesnel, şüpheci öğeleri içeren, aklın, mantığın, estetiğin, aritmetiğin ile ve kurallarına dayanan bir süreç içinde üretilmesi gereklidir.
Böyle bir süreç içinde oluşan üretken düşünce biçimiyle engelleri aşmak, sorunları çözmek olasıdır. Bu süre düşünce özgürlüğüne sorumluluk anlayışını getirmiştir. (sf: 262)


Alıntı:
Prof.Dr. Ö
zcan Köknel'in, Bireysel ve Toplumsal Şiddet, kitabından.
--

Günümüzün Karmaşık dokusu içinde yorgun düşen bireylerin kendileriyle bütünleştikleri tek sığınakları, özel yaşamlarıdır.
"Özel yaşam, bir iç sorgulamadır. Kişinin kendisiyle hesaplaşmasıdır. Orada da her şey aydınlık değildir. Günışığına dayanamayacak anılar, görüntüyü gölgeleyen beklentiler vardır. Belki de utkunun temelinde hoyratlık, mutluluğun kaynağında bencillik yatıyor. Yumağı çözünce, unutulmak istenen, anlamsız kavgalar, acı veren olaylar ve başkalarınca bilinmemesi gereken daha nice gizler, dökülüp saçılır ortalığa, insan bu, düşe kalka gidiyor işte. Yaralarını örtüp, yazgısını sürüyor. Arada bir kendisini yenileyip yanılgılarından arınmaya çalışıyor. Bunları sergileyip, kişilikleri yıpratmanın yararı yoktur.

Alıntı:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder